Kadim Filistin’in tam ortasında yer alan Şefela bölgesi üzüm bağları, buğday tarlaları, incir ve çitlembik ormanlarıyla bezeli şahane bir yer. Stratejik önemi büyük. Tarih boyunca savaşlarda en çok ele geçirilmek istenen, uğrunda her çağda pek çok kan dökülen yerlerden biri. Kutsal toprakların merkezi.
Bu bölgeye dair en çok hikaye edilen, 12. yüzyılda da Selahattin’in Haçlı şövalyelerine karşı çarpıştığı yer ise Ela Vadisi ya da Allah’ın Vadisi olarak nitelenir.
Ela Vadisi aynı zamanda, hala dilden dile anlatılan, Filistinlilerle İslamoğullarının o ünlü çarpışmayı yaşadığı, Hz. Davut”un Golyat’la karşılaştığı yerdir.
O zamanlar, kökeni Girit olan ve Filistin’e gelip, denizcilikle uğraşan insanlara Filistinli, Kral Saul’ün liderliğinde, dağlarda kümelenen insanlara da İsrailoğulları deniyor.
MÖ 11. yüzyılın ikinci yarısında Filistinliler, Saul’ün krallığını ikiye bölmeyi hedeflerler ve Ela Vadisi boyunca Beytlehem yakınlarındaki dağları ele geçirmek üzere ilerlemeye başlarlar. İsrailoğulları’nın can düşmanı ve savaş konusunda deneyimli, tehlikeli bir topluluk olan Filistinlilerin dağlara tırmanmasından endişelenen Kral Saul adamlarını toplayıp, Filsitinlilerin önünü kesmek için dağlardan aşağı, Ela Vadisi’ne inmeye başlar.
Filistinliler de Ela’nın güney, İsrailoğulları da kuzey sırtlarına karargâh kurarlar.
Karşılıklı pozisyon alan her iki taraf da hareket etmeye cesaret edemezler çünkü konumları nedeniyle diğer tarafa atak etmek isteyenin tepeye çıkması gerekmektedir. Ki bu da düşmanın olduğu sırtlara tırmanmak ve aslında intihar etmekle eş değerdir.
Uzun süren, gergin bir bekleyişin sonunda Filistinlilerin canına tak eder ve altı arşın boyunda, tunç miğfer ve tüm bedenini kaplayan bir zırh kuşanmış devi vadiye yollarlar. Devin elinde bir mızrak ve kargı vardır. Önünde ise geniş kalkanlar taşıyan bir refakatçi grubu ona eşlik etmektedir.
Dev ortaya gelince İsrailoğulları’na bağırır:
– Benimle savaşmak için bir adam seçin ve aşağı yollayın. Eğer dövüşü kazanıp, beni devirirse köleniz olacağız. Ama tersi olursa da siz bizim kölemiz olacak, bize kulluk edeceksiniz.
Kral Saul ve adamları donarlar, kimse deve kafa tutmaya cesaret edemez. Ancak bir anda kardeşlerine yemek getirmek üzere Beytlehem’den gelen bir çoban çocuk öne atılır “ben yapabilirim” der.
Kral Saul: “Bu çelimsiz halinle yapamazsın!” diye karşı çıkar, ancak çocuk yılmaz ve “Ben çok daha apansız rakiplerle karşı karşıya kaldım, onları yendim. Bir aslan ya da ayı ile çok çarpıştım. Bu devi de yere indiririm, bırakın gideyim der!” Başka çaresi ve seçeneği olmayan Saul pes eder. Çoban çocuk tepeden aşağı iner, vadide dikilip duran deve doğru koşmaya başlar. Dev ise kendisine doğru koşan çobana şöyle bağırır:
– Bana gel, gel ki etini göklerde kuşlara ve kırlardaki hayvanlara yem edeyim!”
Böylece adı Golyat olan Filistinli Dev ile adı Davut olan İsrail’li çoban, tarihteki en önemli çarpışmalardan birini başlatırlar.
Göğüs-göğüse, yakın savaşa göre kuşanmış olan Golyat, kafasındaki miğferi, tüm vücudunu saran 45 kiloya varan zırhlarıyla ve ucunda ağırlık olan, fırlatıldığında, isabet alınırsa kurtulma ihtimali sıfır, öldürücü mızrağı ile yenilmez görünmektedir Zaten bu yüzden hiçbir İsrailoğlu onunla çarpışmaya cesaret edememiştir.
Davut ise kendisine giydirilmek istenen zırhları, miğferi, her şeyi “bunlar ağır, yürüyemem” diye ret edip, alışkın değilim demektedir… Sonunda Davut, eline sadece beş tane çakıl taşı alıp, dağarcığına koyar ve çoban asası ile aşağıya doğru sakin sakin inmeye başlar.
Golyat kendisine doğru elini kolunu sallayarak gelen çobanı görünce çok sinirlenir. Kendisine hakaret addeder “Ben köpek miyim ki, üstüme değneklerle geliyorsun?” diye kükrer.
Davut ise taşlardan birini sapanına takar, Golyat’ın açıkta kalan alnına doğru fırlatır. Golyat düşer, sersemler. Bu sırada Davut koşup, devin kılıcını alıp, kafasını keser. İsrailoğulları savaşı kazanmıştır.
Savaş mucizevi bir şekilde, kazanması hiç beklenmeyen, zayıf, güçsüz taraf tarafından kazanılmıştır.
Hiç beklenmeyen olmuş,herkesin düşündüğünün, beklediğinin, kalıpların dışında, farklı bir şey gerçekleşmiştir.
Sopanın fendi devi yendi!
Eski ordularda sıralama şöyle yapılırdı: En önde atlı, tekerlekli savaş arabalarında ilerleyen süvariler, onların ardında zırh giyen, kalkan takan yaya askerler ve en arkada da menzilli silah taşıyan okçularla topçular yer alırdı. Bu atıcı grubun en kritik elemanları ise sapancılardı, çünkü sapancılık olağan üstü beceri ve pratik gerektirirdi. Özellikle ortaçağda sapan çok tahrip edici bir silahtı. Balistik uzmanlarına göre Davut’un attığı taşın hızı ve tahrip gücü bugünün orta ölçekli bir tabancasına denkti.
Oysa o gün ve benzer durumlarda insanlar hala ve çoğunlukla; “büyük küçüğü yener, küçük daha güçsüzdür!” diye düşünür, ön yargı, kabul geliştirir. Erkenden teslim olur, teslim olunmasını telkin eder. Aslında çok da yanılır.
Dezavantajların Avantajları ve Avantajların Dezavantajları
Bu hikayeden ilerlersek herkes:
– Golyat’ın devasa görünümünün aynı zamanda onu hantallaştırdığını, hareket kabiliyetini azalttığını,
– Kudretli bir savaşçı olması gerekirken vadiye kalkanlı refakatçılarla, hizmetkarlarla inmesinin sebebinin; büyük ihtimalle büyüme hormonu hastalığı olan akromegaliden kaynaklandığını,
– Akromegali’de bir yan etki olarak sık görünen görme, çift görme sorunlarının olduğunu,
gözden kaçırır.
Yani aslında ululaştırılan, yenilmez sayılan Golyat akromegali hastalığı nedeniyle ağır hareket edebilen, iyi göremediği için ancak refakatçılarla ilerleyebilen bir zavallıdır. Ona ürkütücü, devasa boyutunu veren şey, aynı zamanda onu güçsüz kılan en büyük zayıflığıdır.
Davut açısından bakacak olursak onun güçsüz, mutlaka yenilir diye görülmesine neden olan küçüklüğü, çevikliğinin kaynağı; uyduruk bir sopa diye görünen sapanı da aslında en büyük gücü, kazanmasına neden olan en önemli faktördür.
Cesaret ve inançtan güç alarak Golyat’a koşan Davut’un kazandığı zafer “doğru bildiğimiz yanlışlar”, “kalıpların dışında çıkmak, farklı bakmak, farklılıkların gücünden güç almak, şaşırtarak kazanmak ve en sonunda; avantajların içindeki dezavantajlar, dezavantajların içindeki avantajlar” gibi konularda en güzel örneklerden biridir. Bu hikâye, bu tür tekdüze bakış, yapış ve kavrayışa karşı durmak, farklı şeyler düşündürmek, ilham vermek, cesaretlendirmek için yüzyıllardır anlatılır. En son anlatanlardan biri Malcolm Gladwell. Ben de oradan aldım. MediaCat’den çıkan “Davut ve Golyat” ı mutlaka okumanızı öneririm.
Dikkat çekmek istediğim konu, eğer ortada bir mücadele, rekabet, atılım gayreti varsa, kazanmak için, ezberleri, şablonik tarifleri ve dayatmaları bir tarafa bırakıp “zayıflıkların içindeki güçlü yönleri, güçlü yönlerin içindeki zafiyetleri, farklılıkların içindeki aynılıkları, aynılıkların içindeki farklılıkları” keşfetmeye odaklanmanın, sürü psikolojisinden çıkmanın, umutsuzluğa kapılmadan, azimle ilerlemenin ne kadar etkin sonuçlar doğurabileceği… Budur.
Etrafınızdaki Golyat ve Davutlara ve tabii ki bir de kendinize… Bir kez daha, başka bir gözle bakın istedim.