Hangi kadın sevmez ki mücevherleri? Şöyle göz kamaştırıcı bir elmas karşısında iç geçirmeyen bir kadın var mıdır şu kainatta? Oysa sadece kadınlar değilmiş mücevher tutkunları. İstanbul Yıldızı’nda erkeklerin de bu tutkunun esiri olabildiklerini görmek şaşırtıyor insanı.
Roman, Osmanlı döneminin hırs ve iktidar savaşlarını masmavi bir elmasın ekseninde anlatıyor. İnsanoğlunun her şeyi unutup dünya malına bağlanmasını seriyor gözler önüne.
Bir efsaneyle başlıyor hikayemiz. 1500’lü yıllarda Hindistan’daki bir madende, diğerlerine hiç mi hiç benzemeyen, mavi renkte, etrafa o güne kadar görülmemiş pırıltılar saçan bir elmas çıkartılır. Bu elmasın ünü, Babür Şahı’na kadar uzanınca, çok sevdiği eşine hediye etmeye karar verir şah bu emsalsiz taşı. Fakat kadıncağız kısa bir süre sonra ölünce, şah karısını eşsiz hediyesiyle birlikte toprağa verir. Ve madeni de taşlarla ördürür. Ama cariyelerden biri gece karanlığında mezarı açıp şahın armağanını çalar. Böylece de mavi elmasın serüveni başlamış olur.
Büyük bir otelde gerçekleştirilen bir müzayededeyiz. Sosyetikler, asiller, sonradan görmeler, hepsi yerlerini almış, mavi elmasa sıranın gelmesi için beklemekteler. Nihayet o an geldiğinde, aralarında kıyasıya bir mücadele başlar. Bu yarışın galibi ise, kimsenin daha önce farketmediği, gözleri tıpkı o meşhur mücevherin mavisi gibi parıldayan gizemli yaşlı kadındır.
Mavi elmas 1532 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın muhteşem tacında yerini almıştır. Ünlü ustaların aylarca uğraşıp kalp biçimi verdikleri bu taşın adı İstanbul Yıldızı’dır. Daha sonraki zamanlarda sultan bu taşı kadınlarından biri olan Gülfem’e hediye eder. Ne çare ki, Gülfem hastalanır, ölmeden hemen önce de bu değerli hediyeyi çok sevdiği kalfasına emanet eder.
İstanbul Yıldızı şimdi III. Mehmet’in hasodabaşısı Gazanfer Ağa’nın elindedir. Daha sonra Tırnakçı Hasan Paşa bu gözalıcı mücevheri ele geçirecektir. İkisi de cellatların elinde can veririler. İstanbul Yıldızı bir senede üç sahip değiştirmiş, adı uğursuza çıkmış ama bu durum, ona sahip olmak için can atanların heveslerini kıramamış, tam tersine daha da ateşlemiştir. O heveslilerden birisi olan Derviş Mehmet Paşa, elması kardeşi Civan Bey’e hediye etmiştir. Aynı kaderi o da paylaşır ve öldürülmekten kurtulamaz. Civan Bey ise idamdan kurtulsa da sürgüne gönderilir. Sevgilisi Gülriz alır elması bu kez.
1609 yılında Kösem Sultan’nın muhteşem küpelerinde parlamaktadır İstanbul Yıldızı. Kösem boğdurulduktan sonra elmas da ortalardan kayboldu. Ta ki, Abdülaziz’in cariyelerinden Gülfem onu bir dolapda bulana dek. Bir ay sonra Abdülaziz öldüğünde elmas cebinde bulunur. Sultan II. Abdülhamit taşı gördüğünde, baş kadınına broş yaptırmaya karar verir. Venedikli kuyumcular İstanbul Yıldızı’nı bir broş haline getirirler. Abdülhamit tahttan uzaklaştırıldığında ardında bıraktıklarının arasında bu broş da vardır.
Ve romanın son sayfaları… Yine müzayededeyiz. O yaşlı gizemli kadının yanında. Peki kim bu kadın?
Romanın yazarı Gül İrepoğlu bir sanat tarihi profesörü. Aynı zamanda da kültürel miras komitesi başkanı. İstanbul Yıldızı’nın bir kurgu olduğunu söylüyor. Tarihte böyle bir elmas olmasa da, osmanlının geçmişinde buna benzer uğursuz mücevherler varmış.
Uğursuz oldukları söylense de, o ışıltılı mücevherler her zaman insanoğlunun tutkularına pırıltılı imzalarını atmaya devam edecekler gibi görünüyor.
Aşkın, hırsın, kaybedişin ve tutkunun hikâyesi. Beş yüz yıl öncesinden günümüze uzanan…
Kanuni Sultan Süleyman’ın miğfer-tacı… Cellat pazarına düşen mücevher saat… Kösem Sultan boğulduğunda kulağından çalınan paha biçilmez küpeler… İkinci Abdülhamid’in Paris’te satılan mücevherleri…
Ve günümüzde kıyasıya çekişmeyle geçen bir müzayede… Hepsinin ortak yanı istanbul yıldız denen göz alıcı elmas.
Aşkın, hırsın, kaybedişin ve tutkunun hikâyesi. Beş yüz yıl öncesinden günümüze uzanan…
“Değerli Gül İrepoğlu yeni eseri İstanbul Yıldızı’nda görkemli bir elmasın peşine düşerek, adeta ‘elmaslı bir Osmanlı tarihi’ kaleme getirmiş.Öyle bir elmas ki, dört bir yanı daima ‘mavi bir ışığa’ boğuyor. Ve bu mavi ışığın parıltısında Kanuni’nin benzersiz miğfer-tacından II. Abdülhamid’in Paris’te satılan mücevherlerine, yüzyıllar, serüvenler, iktidar hırsları, tutkunun da ötesinde aşklar,bağlılıklar, ihanetler çok renkli bir geçit törenine çıkıyor.
İstanbul Yıldızı’nı ilk okuyanlardanım. Sevgili arkadaşım Gül’ün Osmanlı saray dünyasını yaşama ve yaşatma konusundaki başarısına yine hayran kaldım.”
-Selim İleri- (Tanıtım Bülteninden)
- Yazar: Gül İrepoğlu
- Sayfa Sayısı: 160
Türü: Roman - Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe
Yayınevi: Doğan Kitap
Aytül Bingöl