Gaziantep’i Ahmet Ümit’in koordinatörlüğünde, Tahir Tekin Öztan ve Şirehan Otel’in ev sahipliğiyle gerçekleşen 2. Şirehan Yiyecek ve İçecek Festivali sayesinden keşfettim. Uzun süredir merak ettiğim bu şehre gitmek benim için epey ilginç oldu. Aslında yola çıkarken biraz da tereddütlüydüm. Suriyeli göçmenler konusu ve Işid’in kentteki varlığının iddiası beni ürkütmüştü. Fakat “Gidemediğin yer senin değildir”, cümlesine sırtımı dayayıp soluğu yolda aldım. İyi ki de öyle yapmışım. Yoksa bu harikalar diyarı kentin güzelliklerini asla keşfedemeyecektim. Küçük havaalanında uçaktan çıkış salonuna yürüyerek çıkmak bile bende nostaljik bir ruh haline neden oldu. Birden çocukluğumu hatırladım. Ahmet Ümit’in de Antep sokaklarında çocukluk yıllarını geçirdiğini bildiğimden, her sokağa daha farklı gözle baktım. Üstelik bir de kendisinin başrole Gaziantep’i koyarak bir roman yazmayı düşündüğünü öğrenmiştim. Bir yazar için bir başka yazarın neler yazacağını hayal etmenin zevki nasıl anlatılır bilmiyorum. Ama hayal edip, tahminler yürütmek çok keyifli oldu. Gerçi roman çıktığında birçok ters köşenin beni ve okurları beklediğini biliyorum çünkü söz konusu olan bir Ahmet Ümit romanı.
Festivalde, 3 gün boyunca bizi ağırlayan, 1890 yılında inşa edilen, eski bir Kervansaray olan, Şirehan Otelde artık Ahmet Ümit adına bir oda var. Biliyorsunuz, ilk olarak İzmir’de Mini Hotel’de biz vermiştik Ahmet Ümit’in adını bir odamıza. O da bize, el yazısıyla birlikte bir Antep halısı hediye etmişti. Bizden sonra İstanbul’da Pera Palas, şimdi de Şirehan Otel Ahmet Ümit adına bir oda verdi. Elbette Gaziantep çocukluğunun geçtiği yer; bir nevi anavatanı Ümit’in. O nedenle yüzünde ona çok yakışan, tatlı bir gülümseme vardı gün boyu. Sevgili eşi, hayat arkadaşı Vildan Ümit, her zamanki gibi yanı başındaydı bu mutlu gününde.
Sabah kahvaltısında bizi Gaziantep çarşısının içindeki ara sokaklardan geçerek ulaşılan küçücük bir mekana götürdü Ahmet Ümit. Kahvaltıda katmer yenirmiş meğer Antep’te. En iyi katmeri de “Katmerci Zekeriya Usta” yaparmış. Ama öyle biz Egelilerin bildiği gibi bir katmer değil bu. İçinde has kaymak ve hakiki Antep fıstığı var, biraz da şeker. Yufkası o kadar ince açılıyor ki; arkasından bakıp önünü görüyorsunuz. İyi katmerin sırrı, çocukluktan itibaren mermer tezgahta yufka açarak işi öğrenmek, bir de bu işi sevmekmiş.
Bu lezzetli ve doyurucu kahvaltıdan sonra soluğu Bakırcılar Çarşısı’nda alıyoruz. Her yerde bakırdan yapılma kahve fincanları, tepsiler, çaydanlıklar var ama dikkat etmezseniz Çin malı, fabrika işi bir ürünü almanız çok olası. Eski ustalar pek kalmamış, kalanlar da turist görünce bir hal oluyor. Epey dükkan gezdikten sonra tam Anadolu insanı bir usta ile tanıştık. 150 TL’ye 2 adet el yapımı Türk Kahvesi fincanı, bir lokumluk ve bir de tepsi aldım oradan. Usta, onları zarar görmesinler diye incelikle paketlerken bize Gaziantep’in meşhur içeceği “Zahter” ikram etti, koyu bir sohbete başladık. Nereye isterseniz kargo ile gönderiyorlar bu güzel takımları. Ama yerinde almak bir başka… Çarşıda ayrıca birçok geleneksel yemeklik malzeme var, kurutulmuş sebzeler, tarhana, erişte, ne ararsanız var. Tek sorun uçağa onları nasıl sokacağınız. Yine de biraz baharat almadan dönmeyin, sonra benim gibi aklınıza o mis kokular geldikçe; ahlayıp vahlayıp durursunuz.
Şirehan Hotel’de bir de şire yapımını izledik. Ben adını hep duysam da nasıl bir yiyecek olduğunu bilmiyordum doğrusu. “Şire” terimi, üzüm suyunun kaynatılmasıyla yapılan basdık, sucuk, muska, dilme, tarhana ve pekmez gibi ürünlere verilen genel bir admış. Sucuk ağaçları, havadar yerlerde, şire yapım zamanı olan Eylül-Ekim aylarına kadar kurumaya bırakılırmış. Sonra da üzümler hasat edildikten sonra yoğun bir şire faaliyeti başlarmış. İşte biz de tam buna uygun bir tarihte Gaziantep’teydik. Yok olmaya yüz tutan bu geleneğe, geçen sene yeniden can verilmiş. Bu yıl da 2. kez Gaziantep sevdalıları iş başındaydı. Köylü kadınlar bizlere an be an şirenin bildiğimiz kuruyemişçilerde satılacak hale nasıl geldiğini gösterdi. 3 gün boyunca dünya şefleri de bizimleydi. Antep mutfağını birlikte keşfettik. Meraklısı için Tahir Tekin Öztan’ın detaylıca ele aldığı “Gelenekten Geleceğe Gaziantep Yemekleri “adlı harika bir yemek kitabı da var. Öyle kolay ortaya çıkan bir kitap değil bu. Epey emek verilmiş. Öztan, “Önce yakın çevremizden başlayarak yerel medyamızın da desteğiyle tek tek aileleri ziyaret ettik. Her ailenin en iyi yemek yapan kadınını bulduk. İzinlerini alarak biyografilerini yazdık, fotoğraflarını çektik. Bu süreçte 2 bin kadına ve tarife ulaştık. 5 bin km. yol kat ettik. Daha sonra bir komisyon kurarak, 420 tarif seçtik ve kitabını hazırladık.”diye anlatıyor bu kitabın hazırlanışını.
Gaziantep artık müzeler kenti olarak da anılıyor. Zeugma Mozaik Müzesi, “Çingene Kızı” ile dünyaca biliniyor. 2011 tarihinde Gaziantep“te açılan ve 1700 metrekarelik mozaik ile Dünya”nın en büyük mozaik müzesi olma özelliğini taşıyan müze, beni adeta büyüledi. Gerek mimari, gerekse teknolojik açıdan dünyanın önde gelen müzelerinden biri bu. İki bin yıllık mozaiklerin yıllar içinde define avcılarının talanıyla eksilen parçaları, lazer sistemiyle görüntü olarak tamamlanmış. Bodrum katta baraj gövdesinin altında bulunan Hamam Mozaikleri, giriş katında Fırat kenarındaki villalarda bulunan mozaikler, Poseidon ve Euphrates villalarına ait mozaikler ve Dionysos villasına ait mozaikler sergileniyor. 1. Katta ise Zap 2000 kurtarma kazıları sonucu bulunan mozaikler var. Dünyaca ünlü “Çingene Kızı” mozaiği 2.katta, karanlık bir koridordan gizeme açılan bir aralıktan görülebiliyor. Tur rehberimiz yakında Çingene Kız’ın kayıp parçaları ile ilgili harika haberler olabileceğini müjdeledi. Merakla bekliyoruz. Müzenin en kıymetlilerinden biri de 2000 yılı kazılarında Poseidon villasında bulunan Mars heykeli. Heykelin, M.S. 256 yılındaki Sasani saldırısı sırasında Poseidon villası içinde gizlendiği tahmin ediliyor. Gerçekten harika.
Zeugma Mozaik Müzesini adım adım keşfettikten sonra bir süre ara sokaklarda yürüyoruz. Hepimiz acıkmış haldeyiz. Nereye gittiğimiz hakkında bir fikrimiz yok çünkü oldukça sapa sokaklarda yol alıyoruz. Sonra birden yokuş başında karşımıza bir restaurant çıkıyor: “Kebapçı Halil Usta” İçeri giriyoruz, her şey bizim için hazırlanmış. Günde sadece 1 öğün yemek sunan bir işletme burası ama buradaki eti başka yerde yemek mümkün değil. Hele ki bol acılı, ekşili kaşık salatası, anlatmakla olmaz. Klasik bir mahalle restaurantı herkesi sıraya sokan bir lezzet ustasına sahip anlayacağınız.
Şahinbey Belediyesi’nin bizlere bir de sürprizi vardı Gaziantep’te. İslam Bilim Tarihi Müzesi’ni özel izinle bizim gezimiz için açmışlardı. İslam Bilim Tarihi Müzesi, içerisinde bulundurduğu eserlerle bölge halkına ve bölgeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlere bilim-teknik tarihindeki İslam alimlerinin icatları ve bilim tarihine katkılarının yanı sıra astronomi, coğrafya, kimya, fiziki harita ve tıp bilimlerinin İslam dünyasındaki gelişimini tarihi yapı atmosferinde, yenilikçi müze anlayışıyla sergiliyor. 1.katta tıp, kimya, fizik, 2.katta astronomi, harita, denizcilik bölümleri, toplamda 103 eser bulunuyor. Bu eserlerin 3 tanesi (Güneş Saati, Karanlık Oda, Halkalı Küre) açık alanda sergileniyor. Kimya bölümünde özellikle çocukların seveceği koku ünitesi, astronomi bölümünde yıldızların mesafesinin hesaplanması, harita bölümünde eski haritalarla günümüz haritalarından hareketle oluşturulan elektronik interaktif uygulamalar yer alıyor. Hayran kalarak gezdiğim müzelerden biri oldu. Gaziantep hak ettiği değeri görmeye artık başlıyor sanırım.
Son durağımız, müzeler kenti adını boşuna almadığını göstermek ister gibi Oyun ve Oyuncak Müzesi oluyor. İstanbul’daki Oyuncak Müzesini gezmiş biri olarak söyleyebilirim ki; Gaziantep’teki mağara müze her haliyle daha farklı, insanı oyuna davet eden bir yanı var. Oyuncakları dikkatle inceleyen biri tarihi de anlayabilir bana kalırsa. Çünkü savaş dönemleri çocuklara savaş kavramını sevdirmek için askerler, tanklar, silahlar sürülürmüş piyasaya. Aman dikkat!
Gaziantep’e gelinir de, Tahmis Kahvede kahve içilmez mi? Elbette, içilir. Geçen senelerde şehri gezen dostlarımdan ününü bildiğim Tahmis’te hem Türk kahvesi hem de meşhur Menengiç kahvesi içiyorum. Ama itiraf etmeliyim ki, yarım yağlı süt ve Antep fıstığı içerikli özel kahvesiyle hazırlanan, kafein içermeyen Menengiç kahvesi pek bana göre değil. Ben klasik tatlardan yanayım. Üstelik günlük kafein kotamı doldurmazsam rahat edemem.