Antrakt Gazetesi’nin verilerine göre 2015’te yaklaşık 400 adet yerli ve yabancı film ülkemizde ilk kez vizyona çıkmış. Bu rakamın neredeyse yarısı yerli film. Bu rakam 1990 yılından beri bir rekoru ifade ediyor.
Yine Antrakt gazetesinin araştırmalarına göre sinemalarda izletilen filmlerin dijitalleşmesi bu yıl %90’a çıkmış. Dijitale tekniği yetmeyen salonlar, işletmeler kapanmak zorunda kalıyor artık. Gelelim bu senenin en iyi filmlerine. Bu filmleri sinemada izlemediyseniz, çok şey kaçırdınız, bari DVD’ler, özel gösterimler ya da TV gösterimlerinde yakalayın, pişman olmazsınız.
Mucize: Mahsun Kırmızıgül, önyargıyla yaklaşılan bir yönetmen. Sebebi de alaylı olması ve daha önce arabesk şarkıcısı olması. Açıkçası bu önyargılılardan biri de bendim fakat artık Mahsun Kırmızıgül gerçekten kendini kanıtlamış bir sinemacı, bir yönetmen. Filmlerini, türünü, tarzını beğeniriz, beğenmeyiz, o ayrı bir mesele. Mucize bu yılın en çok gişe yapan filmlerinden ikincisi. Hikâye 1960’larda, doğuda geçiyor. İzmirli Mahir öğretmen doğuya gönderiliyor. Fakat gönderildiği bölgede okul yok. Mahir pes etmiyor, geri dönmüyor, önce köye okul yapılması için kolları sıvıyor. Köyde bir de sakat Aziz’in hikâyesi dikkat çekici. Mahir, Aziz’le de ilgilenerek ondan bir mucize yaratıyor. Filmin görüntü yönetmenliği, sanat yönetmenliği çok başarılı. Komedi unsuru ve dram unsurunun dengesi çok yerinde. Oyunculuklar dört dörtlük. Senaryoda eleştirilecek yerler olsa da izlenmeye değer bir film Mucize.
Maps to the Stars (Yıldız Haritası): 2014’te Cannes Film Festivali’nde izleme şansı bulmuştum, ülkemizde 2015’te vizyon şansı buldu. Maalesef vizyonda sadece 4 hafta kalabildi. Julianne Moore filmdeki performansıyla 2014 Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görülmüş, sonuna kadar da hak etmişti. Filmde bu başarılı ismin yanı sıra John Cusack, Robert Pattinson, Mia Wasikowska gibi önemli ve sevilen oyuncular da var. David Cronenberg imzalı film birçok ünlü ismin “bir cadı kazanı” olarak tanımladığı Hollywood hakkında bilinmeyenleri rahatsız edici bir çıplaklıkla gözler önüne seriyor. Cronenberg filmin türünü kara mizah olarak belirlemeyi tercih etmiş. Mutlaka izlenmesi gereken bir film.
Leviathan: Yine Cannes Film Festivali’nde izleme fırsatına eriştiğim Rus yapımı Leviathan, 2015’te Cannes’da Nuri Bilge Ceylan imzalı Kış Uykusu’ndan sonraki en başarılı filmdi kanımca. Film ülkemizde çeşitli festivallerde gösterildikten sonra vizyonda da 10 hafta kaldı. Filmin hikâyesi, Eyüp Kitabı’nın (Book of Job) serbest bir uyarlaması diyebileceğimiz şekilde yönetmen Zvyagintsev ile Oleg Negin’in ortak çalışması olarak senaryolaştırılmış. Film din olgusunu ve herhangi bir şeye körü körüne inanmayı tartışıyor aslında. Film, güç ve otoriteyi temsil eden bir metafor olarak Tevrat’ta ve İncil’de geçen deniz canavarı Leviathan’ı da hikayeye katıyor ve yapımın adı da buradan geliyor. Otoriteyi temsil eden Leviathan kendi elleriyle yarattıkları bir canavara dönüşüyor adeta filmde, günümüzde yaşadığımız düzen/otorite/devlet konularını da andırması, filmi daha özel ve evrensel kılıyor. Kesinlikle kaçırılmaması gereken bir başyapıt.
Whiplash: Geçen sene Oscar’dan üç ödülle dönen bağımsız film de kesinlikle izlenmelilerden biri. Damien Chazelle tarafından Princeton High School’un stüdyo grubundaki anılarından yola çıkılarak yazılıp yönetilmiş olan filmde bateri çalan ve bateriye hırslı bir tutkuyla bağlı olan bir öğrencinin, en az onun kadar hırslı öğretmeniyle yaşadıkları konu alınıyor. Başarısı kadar acımasızlığıyla da ün yapmış olan öğretmen Fletcher, Andrew kapasitesini sonuna kadar kullanmadan asla onu başarmış saymayacaktır. Genç bateristin önünde sadece mesleki bir test değil, psikolojik bir sınav da vardır… Film 87. Oscar Ödülleri’nde En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En iyi Film Kurgusu ve En İyi Ses Miksajı olmak üzere üç ödül aldı.
Yenilmezler Ultron Çağı: Marvel ve mükemmel blockbuster’ları! Avengers ekibi bu filme bütün kahramanları dahil ediyor; bu kez Thor, Iron Man, Kaptan Amerika ve Hulk’ın yanısıra Hawkeye, Nick Fury ve Black Widow da maceraya katılıyor. Bu dev yapımın başrollerinde Robert Downey Jr., Chris Evans, Mark Ruffalo, Jeremy Renner, Scarlett Johansson ve Samuel L. Jackson gibi oyuncular yer alıyor. Fazla söze gerek yok, karşımızda hem Marvel hayranlarını, hem de Joss Whedon severleri mutlu edecek bir yapım var.
Mad Max: Fury Road: İşte bana göre bu yılın en iyi filmi! George Miller imzalı bu punk bilim kurgudan bir saniye bile gözlerinizi ayıramayacaksınız! Charlize Theron ve Tom Hardy’nin rol aldığı film, serinin dördüncü bölümü. Max kendini Furiosa adlı liderlerinin peşinde çorak topraklardaki savaş ortamından, sürekli kaçarak hayatta kalmaya çalışan bir grubun arasında bulur. Abartılı derecede yüksek aksiyon sahneleri heyecanı doruk noktaya taşırken Junkie XL’in perküsyon ağırlıklı müziği de tansiyonu maksimumda tutmaya çok yardımcı oluyor. Adrenaline doyulacak post apokaliptik, grotesk ve punk bir çılgınlık Mad Max: Fury Road!
Marslı: 2014’ün en sevilen bilimkurgu kitaplarından biri olan Andy Weir imzalı The Martian, ülkemizde de “Marslı” adıyla basılmıştı. Marsta mahsur kalan astronot Mark’ın günlüklerinden derlenen ve hayat mücadelesini anlatan filmin başrolünde Matt Damon yer alırken kadroda kendisine Sean Bean, Kate Mara, Jessica Chastain, Jeff Daniels gibi isimler eşlik ediyor. Peki ya NASA’nın Mars’ta akışkan halde tuzlu su bulduklarını açıklamaları ve üzerine bu filmin vizyona girmesi?
Spectre: 007: James Bond karakterini yine Daniel Craig canlandırıyor. Geçmişten gelen şifreli bir mesaj James Bond’u Mexico City’ye ve sonunda, kötü şöhretli bir suçlunun, yasaklı dulu, güzel Lucia Sciarra ile tanışacağı Roma’ya sürükler. Bond serisinin hayranlarını tatmin edecek bir yapım.
Açlık Oyunları Alaycı Kuş Bölüm 2: İlk filmi büyük ilgiyle karşılanan The Hunger Games serisinin dördüncü filmi. Serinin finalinde, Katniss Everdeen, Panem ulusuyla savaşırken Başkan Snow ile yüzleşiyor. Yakın arkadaşları Gale, Finnick, Peeta ile birlikte Panem halkına özgürlüklerini kazanmalarında yardımcı olabilmek için hayatlarını büyük tehlikeye atarak 13. Bölge’den ayrılıyorlar. Görevin amacı ise Başkan Snow’a suikast düzenlemek ama yeni bir diktatör yaratma ve Açlık Oyunları’nı daha da daim kılma durumu da söz konusu. Serinin takipçileri yönetmen koltuğuna oturan Francis Lawrence’ın romana uygun bir final çekmek için verdiği çabayı, dengeli bir uyarlama yaratmış olmasını takdir ettiler şüphesiz.
Sicario: Gerilim öğeleri olan polisiye türünde filmleri sevenler bunu kaçırmamalıydılar! Başrollerinde Emily Blunt, Benicio Del Toro, Josh Brolin, gibi yıldız oyuncuların yer aldığı Sicario, Amerika ile Meksika arasında bulunan kanunsuz sınır kenti Suarez’de FBI ajanı Kate ve özel operasyon kuvveti görevlilerinin uyuşturucu kartelleriyle mücadele etmek için görevlendirilmelerini konu alıyor. Prisoners ve Incendies gibi iki başarılı filme imzasını atmış Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’nün son filmi bildik hikâyesine rağmen beyazperdede bize bambaşka bir tad vermeyi başarıyor. Yılın en iyi filmlerinden!
Küçük Prens: Antoine de Saint-Exupéry’in klasikleşmiş eseri ‘Küçük Prens’ten sinemaya uyarlanan animasyon türündeki yapıt, çocuklukları Küçük Prens romanıyla başlamış edebiyatseverler için çok büyük bir merak konusuydu ve bu büyülü hikâyenin beyazperde uyarlaması hakkını verdi ne mutlu ki! Önce sadece üç boyutlu klişe bir animasyon gibi başlayan ve Küçük Prens’i çağrıştırmayan film hikâyeye dâhil olan pilot ve prensin dünyası ile hem teknik açıdan hem hikâye açısından bambaşka ve derin bir boyuta geçiyor, tadına doyulmaz görsel bir şölene dönüşüyor. Büyük küçük herkes, sinemayı kaçırdıysanız, artık ekran başına diyelim!
Sarmaşık: 52. Uluslararası Antalya Film Festivali’nden en iyi film dâhil dört ödülle dönen Sarmaşık, bana göre senenin en iyi Türk filmi. Tolga Karaçelik’in ikinci uzun metrajı olan filmde Nadir Sarıbacak, Özgür Emre Yıldırım, Hakan Karsak gibi oyuncular kelimenin tam manasıyla döktürüyorlar. Film, İngiliz şair ve filozof Samuel Taylor Coleridge’in 1798 yılında yazdığı Yaşlı Gemici adlı şiirinden bir bölümle başlıyor; “Direkler eğik, burnumuz batmış suya… İnsan düşmanının sillesinden kaçar ya… Soluğunu ensesinde duya duya… Ve koşar başını hiç kaldırmadan… Gemi öyle koştu, rüzgâr öyle coştu… Kaçtık güneye hiç durmadan…” Bir gemide geçen film, erkek egemen bir dünyaya alıyor bizi, onları resmederken bir yandan insanoğlunun çaresizlik karşısındaki dönüşümünü, öte yandan iktidarı, gücü, güçsüzlüğü, muhalefet olmayı, ikiyüzlü olmayı, sistemi, sistemin içinde hangi rolde olduğumuzu öyle güzel betimliyor ki… Gerej sinematografisi, gerek oyunculukları, gerek senaryosu ve diyalogları, herşey yerli yerinde. Oyuncu Nadir Sarıbacak, festivalde en iyi erkek oyuncu ödülünü alırken mutluluktan ve duygusallıktan sesi titreyerek öyle güzel konuştu ki, hepimizin gönlü titredi adeta: Memleketle ilgili dertlerim var. Bu filmden de hareketle, çok güzel arkadaşlarım var benim. Farklı dilden, dinden, ırktan, meşrepten, mezhepten ve hepsini aşk derecesinde seviyorum. Ve bizi ancak kardeşlik ve muhabbetin kurtaracağına inanıyorum. Muhabbet… Gerçekten. Belki bir duble rakı ya da bir demlik çay. Muhabbet kurtaracak bizim dertlerimizi”…
Çekmeceler: Caner Alper ve Mehmet Binay imzalı bu yapım psikolojik bir dram filmi. Bence yine senenin en iyilerinden. Ece Dizdar, Tilbe Saran, Taner Birsel gibi isimleri görüyoruz oyuncu kadrosunda. Herkesin zihninde çekmeceler olduğunu söylüyor filmdeki doktor. Bazı çekmecelerimizi dolduracak bir şey bulamadığımızda, boş kalan çekmecelerin yaşımız büyüdüğünde bize büyük hasar verdiğini anlatıyor. Filmde flashback’lerle Deniz karakterinin çekmecelerini nasıl doldurmaya çalıştığını ve boşlukların nelere yol açtığını görüyoruz. Tam da Özgecan olayının sembol olduğu bir dönemde kadına tacizin, belki de beklenmeyen bir kültürel ortamda, beklenmeyen, ruhsal yansımasını bize izletmesi; Türkiye’de, modern bir toplumda da yaşasa, kendi kişisel tarihinde de bu baskıyı deneyimlemiş bir kadın yazar olarak beni ayrıca sarsmıştı. Film sinematografik açıdan da çok başarılı.
Mustang: Cannes’da izleme ve yönetmeniyle röportaj yapma şansına eriştiğim film, Fransa, Türkiye ve Almanya ortak yapımı. Filmin hikâyesi Karadeniz’in bir sahil kasabasında geçiyor. Filmde babaanne ve amcalarıyla yaşayan, ilk gençlik yılları döneminde öksüz ve yetim kalan 5 kız kardeşin maruz kaldıkları toplumsal baskıya kendi yöntemleriyle direnişleri ve özgürlük arayışları masalsı bir tonla anlatılıyor. 28 Şubat 2016’da gerçekleşecek 88. Oscar Ödül Töreni’nde yabancı Dilde En iyi Film kategorisinde ön eleme sonuçları geçtiğimiz günlerde açıklandı. Türkiye’den aday gösterilen Sivas ilk 9 film arasına giremezken Türk yönetmen Deniz Gamze Ergüven’in maalesef Fransa’dan aday gösterilen filmi Mustang listede yer aldı. Maalesef dememin sebebi, filmin aslında Türkiye’de geçen ve Türkçe bir film olması ama Fransa’nın adayı olarak gösterilmesi beni biraz üzmüyor değil. Mustang filmini Türk izleyiciler de pek sahiplenmediler açıkçası, filmin Türkiye’yi doğru yansıtmadığı eleştirisinde bulundular. Ben yine de yılın önemli filmleri arasında görüyorum Mustang’i.
Bakalım 2016’da bizi nasıl blockbuster Hollywood yapımları, nasıl bağımsız yapımlar, nasıl Türk filmleri ve festival başarıları bekliyor olacak, bekleyelim, görelim. İyi yıllar, iyi seyirler!
Melis Zararsız
Sinema Yazarı, Çevirmen