Son iki yılı, bir yılı, altı ayı, hatta dünü düşündüğümüzde ne çok toplumsal travma yaşadık ve yaşıyoruz. Bir dünya haberinden, bir ülke haberine kadar, yaşananlar içimizi kanatıyor. Şiddet gören ve cinayete kurban giden kadından, denizde boğulan küçük çocukların haberine kadar insanlık adına ne çok acı geçiyor gözümüzün önünden.
Bir olay olduğunda, içimiz katılıyor, ağlıyor ve yakınlarımızla dertleşiyoruz. İşteysek, evdeysek veya her neredeysek büyük kitlelere ulaşmamamızı sağlayan tüm sosyal medya gücümüzü kullanıyoruz. Bir Twitter etiketine katılım sağlıyor, yenilerini üretiyor ve tüm hesaplarımızla acıya ortak olduğumuzu tek bir yürekle paylaşıyoruz. Bir acı yaşandığında çıkıp köyünde ağıt yakan kadının duyurusu neyse, işte biz de onu daha geniş bir kitleye veya dünya geneline internet ortamından yapıyoruz.
Arkadaşları bulmak amacıyla bir araç niteliğinde başlayan sosyal medya hikâyesi, geniş kitlelere ulaşınca bizlere hem sosyal hem de ticari anlamda pek çok imkân açtı. Hashtag’ler aracılığı ile toplumsal olaylar olduğunda rasgele kişilerin oluşturduğu bilinçli ve geçici gruplar oluştu. Bir hashtag’i seçtiğimizde farklı yerler ve insanlardan o konudaki ortak veya aykırı fikirlere aynı anda ulaşılabiliyoruz. Kuşkusuz, bu önemli bir kitle gücüdür.
Bu dönem sosyal olarak önemli bir evrimleşme sürecidir. Bu evrimleşme sürecinin avantajı bir düşünceyi ya da haberi çok kısa sürede tüm dünyaya yayabilme imkânımız söz konusudur. En önemli dezavantajı ise bir düşünceyi paylaştığımızda, paylaştıktan sonra görevimizi tamamladığımızı düşünmemizdir. İşte bu durum paylaşımların fayda yönünü iyice azaltmış ve artık sosyal medya bir gösterme mercii halini almıştır.
Bir yerde bomba mı patladı? İnsanca üzülüyoruz, kınıyoruz evet bir şeyler yapmak istiyoruz. O an işteyiz, evdeyiz, yurtdışındayız, pazardayız, yaz bas dünya duysun. Şayet bir şey yazmadı isek ‘Aaa bak görüyor musun tepkisi yok, hâlbuki dün yemek yediği cafeyi etiketlemişti’ tepkisinden çekiniyoruz veya o tepkiyi veriyoruz.
Artık oturduğumuz yerden, yattığımız yataktan, çalıştığımız işten saniyelik tepki vermeye o kadar alıştık ki, bir o kadar dünya derdinin arttığını oranlamak aklımıza dahi gelemez oldu.
Kayıpların isimlerinden ziyade adetleri ’10 küsur kişi ölmüş’ dendiğinde ise, işte o ‘küsur’ bu olaylara toplumca ne kadar alıştığımızı ve her an yaşandığı için tepkilerimizin ne kadar rutin, ne kadar klişe, ne kadar duygudan yoksun bir hale geldiğini gösteriyor. Hâlbuki köydeki kadın ağıt yakarken sürekli kendi bağrına vurup duruyor. Üzgünüm, henüz vurmalı bir unlike butonu oluşmadı.
Biz insanlar şu an farklı bir sosyal evrim yaşıyor olabiliriz. Yaşadığımızı, hissettiğimizi bir klavyenin ucundan olsa da ve bu sayede milyonlarca insana ulaşma imkânımız olsa da, beş duyumuzun verdiği etkili çözümden öteye geçemeyecektir.
İstemediğimiz ve onaylamadığımız düzen için mutlak değişim istiyorsak fayda yaratmalıyız. Bilgimiz, yeteneğimiz, ilgimiz, sevgimiz ve beş duyumuz her neye fayda sağlayabiliyorsa, çok yoğun olan hayatımızda belli anları bir araya getirip çoğaltarak, destek olmak istediğimiz konuda sosyal sorumluluğa vakit ayırmalıyız. Dışarı çıkalım ve en iyi ne yapabiliyorsak paylaşalım.
Ne demiş martıdaşım Zeliha Dağhan ‘İflah olmaz bir iyimserim’. Bayıldım bu tanımına. ‘İnsan’ için ‘çevre’ için bir şey yapmak istiyorsak iyilik halimizden asla vazgeçmeyelim.
‘İyilik’ ve ‘iyi insan’ sorunun farkında olan ortaya çözüm koyan, çözümlenene kadar desteğini esirgemeyendir. Benle mi? evet senle, evet benle, evet bizim bir bir damlalarımızla ‘iyilik’ gölünde tüm kötülükleri boğalım.
Didem Yeşim Pektok