Benim sinema ile ilişkim dedemin Amerika’dan getirdiği film makinası ile başladı. Annem akşamları duvara beyaz bir çarşaf gererdi ve Şarlo bizim eve konuk olurdu. Çocukluğumun uzun kış geceleri bu filmlerle, sobada kaynayan çayın, sobanın üstüne atılan portakal kabuklarının kokusu ve kuru üzümle karıştırılmış pikola fındıklarla süslüdür.
Film seçerken önce ülke seçerim. Bugün bir Kırgız Sineması örneği izleyeyim ya da bugünkü filmim Peru’dan olsun derim mesela. Takip ettiğim festivaller vardır, “Filmekimi”ni hiç atlamam. “Sundance” film festivalinde gösterilen ve ödül alan filmleri mutlaka izlerim. Balkan sinemasına ise bayılırım. Sanırım biraz bize benzediklerinden.
Bu yazı için seçtiğim filmler, boş vakitlerinde öylesine filmler izlemek isteyenler için değil. Filmi, yönetmeni için, bir tek cümlesi için ya da tek bir karesi için bile izleyenler için.
Dalgaları Aşmak/ Breaking The Waves
1996 yılında Emily Watson’a Oscar ödülü getirmiş bir film Dalgaları Aşmak. Aşk, cinsellik ve Tanrı inancı arasında gidip gelerek dalgaları aşmaya çalışan Bess’in hikayesi… İskoçya’da unutulmuş küçük bir kasabada, aşkla tanışan, istediği tek şey mutluluğunun bozulmaması olan, bunun için kiliseye gitmeyi daha da fazlalaştıran, yaşanan her şeyin tanrının isteği olduğuna inanan, en büyük yeteneğinin aptallık olduğunu söyleyen ve bunu da çok iyi yaptığını söyleyen, Bess… Çok fazla bir şey söylemek istemiyorum ki, izleyecek olanların ağzının tadı kaçmasın… Bu hüzünlü filmi, kimileri başyapıt olarak nitelendirmiş kimileri de sapkın bir film olarak…
Yönetmeni Lars von Trier, izleyiciyi rahatsız etmeyi kendine düstur edinmiş bir yönetmen. Bir film, ayakkabının içine kaçmış bir taş gibi olmalıdır diyen biri. Ben izlemenizi tavsiye ediyorum. Yalnız tam bir yetişkin filmi olduğunun notunu da düşerek.
İmdb:: 8.1
Ülke: Danimarka
Yönetmen: Lars von Trier
Sibirya Berberi/ Barber of Siberia
Amerikalı Jane Callahan Rusya’ da bir tren seyahati sırasında askeri öğrenci olan Andrei Tolstoy ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Sıkı dostluklar, aşk uğruna yapılan düellolar, uçsuz bucaksız Sibirya, harika müzikler, mekanlar… Filmin adının neden Sibirya Berberi olduğunu ancak film sonunda öğrenebiliyoruz.
Film ile ilgili bir kaç detay vereyim size: Filmde Rus Çarı’nı oynayan kişi Nikita Mikhalkov, yani filmin yönetmeni. Bu adamacağız her filminde mutlaka kendine bir rol ayarlarmış. Filmdeki berberlere de dikkat etmenizi öneririm. İki tanesini ben söyleyeyim: Jane’in Rusya’ya gelme nedeni olan makinenin adı Sibirya Berberi ki bu bir ağaç kesme makinesi; ikinci berber ise askeri akademi öğrencilerinin çar için sahneledikleri Sevilla Berberi ve başrol oyuncusu Andrei bu operada berber rolünde… Hadi size kolay gelsin.
Ben filme 10 üzerinden 10 verdim.
İmdb: 8.7
Ülke: Rusya
Yönetmen: Nikita Milhalkov
Tapas – Hayatın Lezzeti
Tapas, İspanyol mezelerine verilen ad. Filme bu isim bence çok yakışmış. Film aynı bir meze sofrası gibi çünkü. İç içe geçmiş beş hikaye var. İspanya’nın Oscar’ı olarak kabul edilen Goya Ödüllerinde en iyi yönetmen ve en iyi yardımcı kadın oyuncu ödüllerini almış.
Filmin senaryosunu birlikte yazıp, birlikte yöneten José Corbacho ve Juan Cruz, Tapas’ı şöyle anlatmış: “Komşularımızın hatta iş arkadaşlarımızın ne yaşadığını asla bilmiyoruz. Bu toplumda herkes bir şeyler saklıyor, karakterlerimiz gibi. Filmin adı da buradan geliyor; İspanyolca’da ‘tapas’ geleneksel bir yemek türü, bir meze. Sözcüğün fiil hali olan ‘tapar’, kapamak, içimize kapanmak, saklamak anlamına geliyor. Film sıradan insanların başına gelen küçük olayları anlatıyor.”
Aynı mahallede oturan ve yalnız kalma korkusu yaşayan birbirlerinin farkında olmadan ama aslında birbirlerine bağımlı olan insanların yaşamlarından kesitlerin olduğu iç içe geçmiş beş hikayeden oluşan bir film. Kiminin aşk acısı, kiminin hastalık korkusu, kiminin de tatil hayali vardır ama kendi hayatları dışında başka bir hayatın olduğunun farkına varacaklar mıdır? izleyin görün.
İmdb: 7.0
Ülke: İspanyol
Yönetmenler: Jose Corbacho , Juan Cruz
Tost – Toast
İngiliz aşçı ve yemek yazarı Nigel Slater’in gerçek hikayesinden uyarlanmış bir film… Tost 1960′ların Britanya’sının yiyecekleri üzerine muhteşem bir nostalji yolculuğu. Size tost yapan birini nasıl sevmezsiniz? Filmde Nigel Slater’in cinsel tercihi ile ilgili bir küçük gönderme de var. Çok gerekli miydi derseniz, filmle ilgisi hiç olmayan bu sahne filme biraz atraksiyon biraz renk getirmiş o kadar.
Kokular ve tatlarla örülü bir çocukluk… Yemeğe âşık, anne-babasından çok bahçıvan ve temizlikçiye yakın bir çocuk… Limonlu bezeli kekler ve otuz yıl sonra ülkenin en sevilen yemek yazarı olacak Nigel Slater’ın gözünden 1960’ların İngiltere’si… Slater’ın acı-tatlı otobiyografik öyküsünü beyazperdeye aktaran S.J. Clarkson, aralarında Whitechapel, Life on Mars, Casualty, Eastenders ve Doctors’ın da bulunduğu birçok TV dizisinin de yönetmeni. Billy Elliot’ın senaryo yazarı Lee Hall tarafından sinemaya uyarlanan Tost, 2011 Berlin Film Festivali’nin Mutfak Sineması adlı özel bölümünde gösterildi. Astım olan annesi ölünce, erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer sözünden hareketle babasının sevgisini kazanmak için sürekli yemek kitapları okuyan ve ona yemek yapan Nigel, bu arada ülkenin en ünlü şefi olma yolunda da adımlar atmaktadır.
Filmin son sahnesinde ise seyirciye çok güzel bir sürpriz var. Restoranda işe başlayan Nigel’i işe alan şefi gerçek Nigel Slater canlandırıyor. Filmi çok severek izledim ve herkese tavsiye ettim. Size de şiddetle tavsiye ederim. Blogumda izlemezseniz küserim kategorisine koymuştum hatta.
Önemli not: Karnınız açken izlemeyin, el altında pasta bulundurun. Ah o limonlu mereng var ya o limonlu mereng :)
imdb:7.5
Ülke: İngiltere
Yönetmen: S. J Clarkson
Her Şey Aydınlandı- Everything is Illuminated
ABD’li yazar Jonathan Safran’ın ilk romanından sinemaya uyarlanmış bir film. Jonathan aile hatıralarının koleksiyonunu yapmaktadır. Koleksiyonda bir torba içinde duvara asılmış bir takma diş bile vardır. Şimdi ise Jonathan daha fazla bilgi toplamak için dedesini 1942 yılında Naziler’in elinden kurtaran kadını bulmak için Ukrayna’ya bir yolculuğa çıkıyor.
Her şeyin, geçmişin ışığında aydınlanması bana biraz Çağan Irmak filmlerini anımsattı. Köpek ve kendini kör sanan büyükbabanın ilişkisi, ay çiçeklerinin içindeki o ev, şahane müzikler… Özgün adıyla Everything is İlimunated ilaç gibi bir film… Özellikle yol filmi sevenler için kaçmaz diyeyim.
İmdb:8.1
Ülke:ABD
Yönetmen: Liev Schrelber