Bir zamanlar bir bilge varmış. Kıymet verme konusunda talebesine bir ders vermek istemiş. En iyi öğrenme iş başında öğrenmedir. Çağırmış talebesini. Kocaman renkli bir taş vermiş eline. “Sence bu taş kaç para eder?” demiş.
Talebe daha önce böyle bir taş görmediği için cevap verememiş.
“Çık bakalım çarşıya kim en yüksek parayı teklif edecek.”
Çıkmış çarşıya önce bakkala girmiş, “Bu taşı satmak istiyorum. Kaç liraya alırsınız?” demiş.
Bakkal evirmiş çevirmiş “Bu benim işime yaramaz” demiş.
Bakkaldan eli boş çıkmış. Oradan tuhafiyeciye girmiş etraf yünler, iplikler, düğmeler dolu. Tuhafiyeci almış evirmiş çevirmiş “Bundan düğme olmaz ama rengini sevdim 10 lira veririm” demiş.
Talebenin bir sonraki durağı sarraf olmuş. İçeri girip elindeki taşı uzatmış ve daha soruyu sormaya fırsat bulamadan sarraf atılmış “Bu taşı nereden buldunuz? Çok değerlidir bu taş, yıllardır karşılaşmadım böylesiyle. Satacaksanız hemen alırım. Ne kadar istiyorsan vermeye de hazırım” demiş.
Talebe şaşkın. Yalvar yakar olmuş, talebe kendini zor kurtarmış sarraftan.
Çıkmış kafası karışık dükkandan. Şimdi hocasına ne desin?
Siz olsanız ne yapardınız? Ne derdiniz hocanıza?
Şaşkın ifade ile dikilmiş, eğmiş başını, eğer tabi cevabı hazır değil. Bu nesnenin değerini kim belirleyecek? Anlatmış bir bir olan biteni.
Bilge tebessümle dinlemede. E güler tabi, cevabı biliyor.
Siz olsanız ne yaparsınız gülmez misiniz böyle bir durumda?
Görüyorum kafan oldukça karışık demiş talebesine. Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar. Ancak onun yanında kıymetlidir. Mesele bu değeri bilecek kişiyi bulmaktır.
Gönlünüzü, beyninizi, gücünüzü, deneyiminizi, birikiminizi, varlığınızı kıymet bilen ellere vermenin güzelliği kendi kıymetinizi biliyor olmaktır.
Kıymetinizin bilindiği ilişkiler, işler ve ortamlar dilerim.
Sevgiyle,
Tülin Kahvecioğlu