Diğerleri

İnsanlar arasındaki kavgalar, anlaşmazlıklar, hasetlikler, insanların birbirlerine yaptıkları veya yapmadıkları karşısında yaşadığı üzüntüler, yanlış anlaşılmalar, yargılamalar ve bunların sonuçları olarak yaşanan mutsuzlukların büyük bir bölümünün sebebi kendimiz dışında gördüğümüz – tanıdığımız, tanımadığımız –  kişilerle ilgili yaşadığımız duygusal durumlara istinaden verdiğimiz tepkiler sonucu meydana geliyor. Bir şekilde hayatımızda bulunan kişiler, bu kişilere veya bu kişiler ile yaşanılan durumlara verdiğimiz tepkiler, onlara karşı davranışlarımız vs. gerçekte bizim ne olduğumuzu gösterirken, biz karşımızdakilere odaklanıp, onların ne olduğu konusuna önem veriyoruz. Oysa karşılaştığımız her bir kişi, ‘bize bizi’ göstermek için hayatımıza girerler, bizim kendimizi gözlemlememiz, kendimizin farkına varmamız ve düzeltmemiz için… Gerçek bir insan için diğerleri ile olan karşılaşmalar, kendini tanıma, kendi tamamlanmamışlığını keşfetme ve onu iyileştirme amacı güden bir taktik oyunundan ibarettir. 

Sevgili Stefano D’Anna’nın otobiyografisi olan gerek Tanrılar Okulu kitabında, gerekse vermiş olduğu yüzlerce seminer ve konferanslarında çok net bir şekilde anlatmak istediği ‘diğerleri’ ile ilgili okuyacağınız bu makalesi; bizlere zorla aktarılmaya çalışılan ikinci el bilgileri ve bildiğimizi sandığımız inanışları ters düz edecektir. Bu yazıdan sonra odağınız iletişimde olduğunuz kişilerden çok, onların karşısında bulunan kendinize olacaktır ve bu farkındalıktan dolayı zaman zaman zor durumlarda kalsanız da, eminim kendinizi tanıdıkça keyif alacağınız çok kıymetli ve keyifli zamanlar da yaşayacaksınız.

Nehir Ötgür,

Sinedie Yayınları 

 digerleri

 

Diğerleri Sensin

Tek başınalık ve başkaları yaşamımızın en ilgi çekici kutuplaşmasıdır. Tıpkı aydınlık ve karanlık, korku ve sevgi, yaşam ve ölüm gibi en can alıcı bir ikiliktir. Biri varken diğeri gerçekleşemez.

Hiç bir okul, ebeveyn, akıl hocası, öğretmen ya da üniversite bize diğer kişilerin ne anlama geldiğini, neyi ifade ettiklerini ve neye hizmet ettiklerini öğretmedi. Dahası, hiç kimse onlardan nasıl faydalanacağımız, onları nasıl idare edeceğimiz konusunda bizleri bilgilendirmedi.

Diğerleri senin bu dünyadaki yansımalarındır ve karşılaştığın her kimse senin bir ayna tarafından yakalanmış, uçuşan bir görüntünden ibaret olacaktır. Gerçekte, sen sadece kendinle karşılaşabilirsin. Karşılaştığın her kimse, o, sensin. Eğer bunun farkına varırsan, karşılaştığın her bir kişi, gaddarca bir katiyetle sana kim olduğunu, kaderinin ne olduğunu anlatmaya muktedir olan Delfi tapınağındaki ayin yöneten kahin Pythia halini alır. Bir kaç dakika içerisinde kendini keşfedebilir, kendin ve hatta öteki hakkında her şeyi bilebilirsin. Kendini ne kadar çok tanırsan dış dünya ve diğerleri senin için o kadar anlaşılır olur. Böylelikle karşılaştığın her kişinin ve onunla benzer düşüncelere sahip başkalarının da kaderini anlayabilirsin.

İçsel mesafe

Herhangi biriyle karşılaşmanız, görünenin ve ele alınan konunun tül gibi ince tabakasının ötesinde içsel bir mesafeyi ölçer, içindeki sen ve kendin arasında var olan mesafenin dışa vurumudur ki, diğerleri ile karşılaşmanın en gerçek ve en kazançlı neticesi budur.

Kişinin kendi üzerinde yapacağı gerçek çalışma sonucunda, bu açıklığı kapatarak, kendi içindeki bu mesafeyi kat ederek dünyanın çeşitliliğinin azaldığını ve diğerlerinin sayısının artık ihtiyaç duyulmayan araç gereçler gibi hayatından kaybolana dek yavaş yavaş yok olduğu görülür.

Kendimden ne kadar çok uzaklaşırsam, aradaki bu mesafe o kadar çok başkalarıyla, sıradanlıkla, sayısız zorluklarla ve çoğu hoş olmayan olaylar karmaşası ile dolu olmak durumunda kalır. İçimdeki  uzaklığı ne kadar çok kapatırsam, dünya, kendimle arama o kadar az nüfus edebilir.

Bu anlayış olmadan insanlar birbirleriyle uyur gezer bir halde, yani kaygıları içinde sıkıntılı, şüphe ve korkularıyla kederlenmiş ve gündelik ahenksizlikleri içinde kaybolmuş bir biçimde karşılaşırlar. Ve bu karşılaşmalardan kişinin kendi sıradanlığını ve yalanlarını yok ederek kendi hakimiyetini ele geçirmesi anlamına gelen tek gerçeği ve kalıcı faydayı sağlamak yerine, amaçlarını; anlamsız, beyhude ve dışsal menfaatlerini elde etme niyetiyle biraraya gelirler. İnsanlar kendilerini ne kadar çok gerçekleştirmeye, ekonomik ve ticari faaliyetleri görüşmeye ya da görünürde önemli olan kararları almaya adamış olsalar dahi gelişmiş bir kişinin bakış açısı doğrultusunda incik boncuk, ıvır zıvır ya da çerçöp üzerine müzakere ve pazarlık etmekle meşgul, uygarlıktan nasibini almamış bireylerden biraz daha hallice bir görünüme sahip olurlar.

Olaylara anlam yükleyen, hayatınızı kalabalıklaştıran insanları yaratan sizlersiniz. Onların manevi, insani niteliklerinden, eylem ve tepkilerinden, anlayışından siz sorumlusunuz. İster bir saniye ister bir ömür boyu sürsün, onları aydınlatmak ya da karanlıkta bırakmak sizlerin elindedir. Onları hem hızlandırabilir hem de yavaşlatabilirsiniz….hayatınızda tutabileceğiniz gibi gitmelerine de izin verebilirsiniz. Dünya, sadece size dayalı olarak insanların varolduğu ve olayların gerçekleştiği bir ışık ve gölge oyunudur.

Diğerleri, içteki Oluş’un görünür halidir.

Diğerleri kendi suretimizi yansıtan aynalardır. Diğerleri, oluşumuzu görünür yapan, psikolojimizin cisimleşmiş halidir. Gerçekte diğerleri, içinde bulunduğunuz duruma bağlı olarak ya kaygılarınızı, kararsızlıklarınızı, ıstırabınızı ve korkularınızı, ya da bağımsızlık halinizi, huzurunuzu ve kararlılığınızı yansıtır. Böyle bir farkındalık, eğer ona karşılık gelen oluş hallerini yaşarsak, istikrarlı, temiz ve ahenkli bir dünya ile karşılaşmamıza olanak sağlayacaktır. Diğerleri bizim Oluş durumumuzun yansımalarıdır. Birtakım durumların içimizden yok olması demek, birtakım olayların ve insanların yaşamımızdan yok olması demektir. Saygın, dengeli ve parlak bir yaşama geçmeye hazır olmayan bir insanlık için sadece, olumsuzluk ve usanç dünyasına geçiş mümkün olabilir.

Tamamlanmamış bir kimse kendisi ile baş başa kalmaya, kendi kendisine eşlik etmeye tahammül edemez, dolayısıyla her zaman için dış dünyaya yönelir. Onun bu eksik, suçlu hali, kendisini sürekli olarak başkalarını aramaya, mütemadiyen bir beklenti halinde olmaya ve daima birşeylerin gerçekleşmesini beklemeye teşvik eder. Oluş’un yükselmesini besleyen bir durum olan tek başına olma hali hazır olmayan insanlara sıkıcı gelir, çünkü bu hal, duyguları sımsıkı kontrol altına alarak insanları olayların, koşulların ve hepsinden öte diğerlerinin yokluğuna yönelterek sükunete doğru yol alır. Kusursuzluk için hazırlanmalısınız, yoksa o, bir gölge, bir korku, bir tehdit kılığında yaşamınıza girecektir. Bu duruma hazırlıksız olan  kişi sıkıntıdan boğulur. Oluş’un birliğini ve dinginliği, hareketsizlik ve başıboşluk olarak değerlendirir. Etrafındaki dünyanın yegane sorumlusunun kendisi olduğunu fark eden sıradan bir insan kendisini sıkışmış, boğulmuş hisseder. Başkaları tarafından gerçekleştirilen bir dünyada, kendi kaderinin Usta’sı olma sorumluluğunu üstlenmek yerine bu yaratımın, bu gölgelerin sadece bir parçası olduğuna inanmayı tercih eder – çünkü Yaratan olmak ve Düşleyen olmak hali bu kişi için fazlasıyla güçlüdür.

Bir Düşleyenin yaşamında kararsızlığın en ufak bir atomuna yer yoktur. Bunu kavradığınızda kendinizi ya haklı çıkarmaları, yakınmaları ve suçlamaları ile uykuya teslim edeceksiniz ya da gelişiminize ve ilerlemenize adayacaksınız.

 

Diğerleri Zamandır

Kendine yönel…

Eğitimimiz bu olmalıdır.

Orada, dışarıda hiçbir şey olmadığının farkına varmalısın. Soracak kimse yok…sana gideceğin yolu gösterecek kimse yok. Başkalarının senin için bir şey yapamayacağını anladığın an özgür olursun. Nihayet o zaman kendinden, eşsizliğinden ve özgünlüğünden beslenecek özgürlüğe kavuşursun.

Buna karşılık sıradan insanlar başkalarıyla beraber olma özlemi duyarlar, sürekli olarak kendilerine eşlik edecek birilerinin arayışındadırlar. Bir kimse restorana, sinemaya ya da gece kulübüne tek bir sebeple gider: başkaları ile karşılaşmak. Ve her defasında eve yenilmişlik duygusuyla döner. Çünkü karşılaştığı diğerleri, aslında zaman içindeki kendisidir…diğerleri zamandır. Diğerleri onun yakasını bırakmayan geçmişidir. Zafer, hiç değişmeden tek olabilmektir. İnsanlar yalnız kalmamak için, yalnızlıklarının üstesinden gelmek, bir başkasında mutluluğu bulmak için evlenirler. Ancak birbirine tutunan iki tamamlanmamış insan birbirlerini tamamlayabileceklerini, birlikte bir bütün olabileceklerini düşünerek kendilerini aldatırlar. Zira iki eksik olan insanın birliğinin neticesi eksikliğin karesidir.

Sıradan insanlar, özellikle de gençler mutluluğun gerçekte içsel bir mesele olduğunun farkında değiller. Mutluluk sadece bu anın isteyerek gerçekleştirilen seçimidir ve zaman içinde olamaz, başka bir kişi ile birlikte yaratılamaz. Bu imkansızdır. Sadece sen, zamanın yokluğunda, öze dönerek, birliğine yeniden kavuşarak mutlu olabilirsin. Bütünlüğün çoğul hali yoktur. Bütünlük iki ya da üç kişi ile birlikte elde edilemez. Tıpkı bir kişinin iki ya da üç kişi ile birlikte sağlıklı ya da mutlu olamayacağı gibi. Eğer bütünlüğünün, doğruluğunun, mutluluğunun seviyesini alçaltırsan, yaşam parçalara bölünür, bir kaleydeskop halini alır. Masumiyet, bütünlüğe dönüştür, bir geri sarmaktır. Bütünlüğe ne kadar çok yaklaşırsan başkalarına o kadar az bel bağlarsın, diğerlerine o kadar az ihtiyaç duyarsın…ta ki kendi tabiatına ulaşana dek. Kendi başına olmanın bir alternatifi yoktur…kalabalıkların ortasında, bir pazar yeri karmaşasında bile sürdürebileceğin, koruyabileceğin bir minnet halidir.

Seyyar Cennet

Zamandan bağımsız olmak yaşamı son derece kolaylaştırır. Kendinizi zamandan özgürleştirin. Kendinizi diğerlerine duyduğunuz hipnotik ihtiyaçtan arındırın. İçinizdeki cennete ulaşmak için kendinizi eğitin. Cennette yaşamanızı sağlayacak ne bir rol, ne bir arkadaş ne de bir ilişki var. Sadece siz kendiniz bunu başarabilirsiniz. Hiçbir evlilik, müzik, uyuşturucu madde ya da cinsel birleşim size mutluluğu ve cenneti vaat edemez. Hiçbir siyaset, din, rahip, usta, guru…kendi dışınızdaki hiç kimse bunu gerçekleştiremez.

Stefano D’Anna

 

 

 

 

Önceki İçerikOkurun Gözünden: Acele Sinek Süte Düşer
Sonraki İçerikEmzirmek ve Doğum Yöntemi Kimin Kararı Olmalı?
Prof. Stefano D’Anna
Stefano D’Anna, Napoli Üniversitesi’nin İktisat Fakültesi’nden “Cum Laude” derece ile mezun olmuştur ve London Business School’da Master yapmak üzere ITP Programı’na ve Milano’daki Katolik Üniversitesi’nde Birinci Sınıf Onur Derecesi ile İletişim Sosyolojisi Doktora Programı’na kabul edilmiştir. Ekonomist, sosyolog ve bestseller yazar kimliklerinin yanı sıra vizyon sahibi bir eğitmen olan Stefano D’Anna dünya genelinde Avrupa’da, Amerika’da ve Güney Amerika’da pek çok önemli forum, uluslarası kongre ve konferanslarda, yakın tarihlerde Forum Istanbul ve Atina’daki Greek Power Summit’te ana konuşmacı olarak yer almıştır. Alfa Romeo, Milano, New York ve Orta Doğu’da merkezi bulunan Olivetti Corporation ve Torino ve Cidde’de merkezleri bulunan Fiat International gibi çok uluslu firmalarda üst düzey yöneticilik de yapmış olan D’Anna başarının sosyolojisi üzerine çalışmaları ile “Zamandan Bağımsız Liderlik, Bütünlük ve Kurumsal Uzun Ömürlülük” üzerine düzenlediği seminerlerle pek çok kurumsal lidere ilham kaynağı olmuştur. İtalyanca, ingilizce ve türkçe olmak üzere çalışmaları ve araştırmaları ile ilgili yüzlerce bilimsel makalesi yayınlanmıştır. Tempo dergisinde 3 sene süresince aylık yazıları yayınlanmıştır. Yayınlanan kitapları arasında “Berlusconi in Concert”; best-seller kitabı “Tanrılar Okulu” başta Rusça, Çince, Türkçe ve Portekizce olmak üzere 12 dile çevrilmiştir. Londra, Madrid, New York, Roma, Floransa ve Milano’da kampüsleri bulunan European School of Economics’te 1994’ten beri yapmış olduğu Rektörlük görevini 2010 tarihinden itibaren bırakmıştır. İnsanlığın yeni hücreleri olmaları için dünyanın umudu olabilecek geleceğin liderlerini yetiştirmek üzere özel seçilmiş öğrencilere mükemmellik hissini, özgürlük için sınırsız sevgiyi ve bozulmaz bir bütünlüğü öğretmek için kurmuş olduğu en gelişmiş liderlik projesi olan Future Leaders for The World programına kendisini adamıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz