Daha ilk albümünden bu yana canlı dinleyip, izlemeyi en çok istediğim yıldızlardan biriydi Bruno Mars. Sanatçı bir ailede büyüyen, 5 yaşından beri şarkı söyleyip, dans eden ve sahneye çıkan gerçek bir yetenekti. O yüzden konserlerin de hakkını veriyor olmalıydı. İşte bu düşüncelerle 2014 yılında Madrid’de, O’nu yakalayınca hemen konser vereceği arenaya koştum. Ama kapısından döndüğüm ilk ve tek konser olarak kişisel tarihime geçti! O sıralarda “Moonshine Jungle” turnesi için Madrid’e gelmiş ve turnenin biletleri zaten aylar öncesinden tükenmişti. Ama ben yine de arenanın önüne gidip, 2. el bilet satanlardan almayı ve konseri izlemeyi umuyordum. Çünkü genellikle dünyanın her yerinde konser öncesi, yakınları bir sebepten gelemeyenler ya da profesyonel 2. el bilet satıcıları mutlaka olur. Normal bilet fiyatının üzerinde bir rakama bu biletleri satarlar. Ama benim şansım olsa gerek, iki saate yakın uğraşmama rağmen, bir kişi bile yoktu bilet satan! Ben büyük bir hayal kırıklığıyla kapıdan dönerken, Bruno Mars bangır bangır konserine başlamıştı bile…
İşte o gün, bir daha işi şansa bırakmayacağıma ve bir sonraki turnede biletimi önceden alıp, organize olacağıma kendi kendime söz verdim. Bunun için 3 yıl beklemem gerekti. 24K Magic Turnesi’nin tarihleri açıklanır açıklanmaz, en uygun günü ve şehri seçip, biletimi aldım. Bruno Mars’la 1 Haziran’da Frankfurt’ta buluşacaktım. Konser günü gelip, alana doğru yürürken, etrafta 2. el bilet satanları görünce 3 yıl önce yaşadığım şanssızlığı hatırladım. İçimden “o zaman Madrid’de nerelerdeydiniz” diye gereksiz yere hayıflandım. Ama hiçbir şey keyfimi bozamazdı, hava güzel, etraf neşeli ve heyecanlı bir kalabalıkla doluydu üstelik elimde sahne önü biletim vardı!
Kalabalıkla birlikte içeri girdikten kısa bir süre sonra, konserin açılış sanatçısı olarak Anderson Paak çıktı sahneye. Bu yıl Grammy’lerde “En İyi Yeni Sanatçı” ödülünü alan Hip Hop ve R&B şarkıcısı Anderson Paak, grubu The Free Nationals’la beraber zaten hayli sıcak olan ortamı iyice ısıttı. Sahneden sırılsıklam ayrılırken, hem Bruno Mars öncesi sahne almanın mutluluğundan söz etti, hem de erken gelip, arenayı hınca hınç doldurup, kendisini de coşkuyla dinleyen herkese teşekkür etti. Grammy’li bir sanatçının açtığı konser, bir başka Grammy’li yıldız için hazırdı artık. Bruno Mars ve ekibinin sahneye çıkışıyla birlikte salon adeta sallandı! Perdenin inişiyle ortam boyut değiştirdi.
Abartısız bir görünüme sahip sahnede, Bruno Mars dahil toplam 7 kişi vardı ama, çok daha kalabalık bir ekip varmış hissi uyandırıyordu. Sahnedeki tamamı erkek ve siyahi müzisyenden oluşan grup son derece fonksiyoneldi. Hem dans ediyor hem enstrümanları çalıyor hem de vokal yapıyorlardı. Onca dansa ve harekete rağmen ne vokallerde ne de enstrümanlardan çıkan seslerde en ufak bir oynama olmadı. Hiç playback yapmadan albüm kaydıymış gibi canlı çalıp söylediler. Özellikle yavaş parçalarda Bruno Mars sesinin tüm tonlarını ve başarılı vokal tekniklerini daha net ortaya koydu. “When I Was Your Man”, “Grenade” ve “Just The Way You Are” vokal olarak zirve yaptığı parçalar oldu konserde. “24K Magic”, “Treasure”, “That’s What I Like”, “Mary You”, “Loked Out Of Heaven” ve özellikle de kapanışı yaptığı ” Uptown Funk” coşkunun, dansın ve hareketin doruğa ulaştığı parçalardı.
Bruno Mars sahnedeyken, Elvis Presley ve Michael Jackson karışımı birini izliyor hissine kapılıyor insan. Zaten röportajlarında, çok küçük yaşlardan beri onların şarkılarını dinleyip, söylediğini dile getiriyor hep. Ama bu etki bir kopyalama gibi değil, alıp sindirme ve kendine uyarlama olarak yansıyor sahneye. Bu muhteşem eğlenceli gösteride zaman zaman 1960’ların James Brown ruhu, zaman zamansa 1970’lerin funk tarzı ve 1980’lerin disko-pop’u çıkıyor karşımıza. Seyirciler olarak biz bir konserden çok, bir parti havasında dans edip coşarken, sahnedeki tüm ekip de en az bizler kadar eğleniyor. İşte bu enerji tüm arenayı kaplıyor ve konseri unutulmaz kılıyordu.
Sahnenin bir bölümü bazen yükselip, ışıklı bir platforma dönüşürken Bruno Marsşarkılarını orada seslendiriyor. Bazen de tüm spotlar sahnenin en önündeki kısma yönelip, bütün ekibi dokunacak kadar yakına taşıyor. Koca sahnenin her yerine tek tek gidip, adeta herkese ulaşıyor ve şovun içine çekiyorlar.
Bir buçuk saat su gibi akıp geçerken, son şarkı olan “Uptown Funk”ta sahne üç boyutlu bir hale bürünüyor ve hızla akan görüntülerle adete bizi de içine çeken bir illüzyon yaratıyor. Bu arada üzerimize yağmur gibi yağan parlak konfetiler konserin bizde kalan son imzası oluyor. Sahne önündeki herkes o gece birbirini nerede görse tanır hale geliyor. Çünkü kolay kolay çıkmıyor ve üzerinizde parlayıp bir barkod gibi, o konserde olduğunuzu vurguluyorlardı. Bruno Mars’ı 3 yıl da olsa beklediğime ve onca yolu geldiğime değmişti. Bir sonraki turnede buluşmak üzere sözleşerek ayrıldık. Ama konfetilere banyo bile kâfi gelmedi, ertesi gün de hoş birer hatıra olarak karşıma çıkmaya devam ettiler…
İmge Uluçay Özdemir