Okurun Gözünden: Bir Yürüyüşün Romanı, Irmak Zileli’den Gölgesinde

Ingeborg Bachmann faşizmin iki kişi arasında başladığını söylüyor. Bu etkileyici tespit, Irmak Zileli’nin Everest Yayınları’ndan çıkan Gölgesinde romanının bireyselden başlayıp toplumsala uzanan anlatısının başlangıç adımı sayılabilir. Bir kadın-erkek ilişkisinden yola çıkarak hem üzerimizdeki gölgeleri hem hayatımızın gölgelerini sorgulayan yazar, eşit ilişkiler kurmak hedefinde, bize roman boyunca birçok soru sorduruyor.

okurun-gozunden-bir-yuruyusun-romani-irmak-zileliden-golgesinde

Roman Italo Calvino’nun Görünmez Kentler’inden bir alıntıyla başlıyor:

“İki yolu var acı çekmemenin. Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: Cehennemi kabullenmek ve onu göremeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”

Değil mi ki romanımızın kahramanı Leylâ riskli yolu seçip, cehennemin ortasında cehennem olmayan ne varsa ona tutunmaya, onu yaşatmaya, ona fırsat vermeye çabalıyor.

Yürüyor Leylâ… Bir sabah dönmemek üzere evden çıkıyor ve uzun bir yürüyüşe başlıyor. Irmak Zileli bu yürüyüşü “tüm iktidar ilişkilerinin dışına çıkmak” olarak tanımlıyor. Leylâ önce kocasını terk ediyor. Yol boyunca karşısına bambaşka hayatlardan insanlar ve hayvanlar çıkıyor. Sürekli bir sorgulama halinde geçen bu yürüyüş, iniş çıkışları, düşüp kalkmalarıyla birlikte uzadıkça uzuyor. Kolay değil, zihin de alıştığı iktidar ilişkilerinde düşünüyor.

Rüyalar roman boyunca önemli ipuçları veriyor okura. Aynı zamanda bir bellek problemi yaşayan Leylâ, belki de rüyalarıyla birlikte unutulanı, baskıladıklarını su yüzüne çıkarıyor. Yürüdükçe hatırlıyor, hatırladıkça yürüyor, insanlarla karşılaştıkça sorguluyor ve zihni aktifleşiyor.

Romandaki referanslar başlı başına bir okuma, dinleme, izleme listesi sunuyor. Karanlıkta Dans’tan Anti-Christ’e; Sylvia Plath’ten Edith Piaf’a kadar Gölgesinde’nin yazımında yazarın bastığı taşlara şahit oluyoruz. Virginia Woolf ve Didem Madak’ı da atlamazken Kurtlarla Koşan Kadınlar’ı tabii ki unutmuyoruz.

Roman ‘Arayış’ ve ‘Yürüyüş’ bölümlerinden oluşuyor. Sona saklanmış bir de ‘Giriş’ bölümü mevcut. İlk bölümde, ortadan kaybolmuş Leylâ’nın kocası Fikret’i tanıyoruz. Bir polis memuru ile birlikte karısını bulmaya çalışıyor. Fikret’e zaman zaman sinirleniyoruz, zaman zaman bir polisiyenin izini sürer gibi Fikret’ten şüpheleniyoruz. Polis memuru konuştukça kişilikler çoğalıyor kelimeler arasında. O sözlerin aynı kişiden çıktığına inanmak istemiyoruz. Belki de ne yaparsak yapalım zihnimiz eril düşüncenin etkisinde olunca biz de gelgitler yaşıyoruz.

Leylâ ikinci bölümde yürümeye başladığında artık ona ne olduğunu öğreneceğimizi anlıyoruz. Peki, öğreniyor muyuz ne olduğunu? Hakikaten, her türlü iktidarı reddetmiş birine ne olur? Hele bu kişi erkek egemen toplumda, sürekli izlendiği korkusuna kapılan bir kadınsa? Aklınıza gelen tüm kötü senaryoların ötesinde, Leylâ’nın başına kötü bir şey gelmiyor; ama çok şey geliyor.

“İnsanın hem ruhu, hem bedeni, hem de aklıyla bulunabildiği bir yer var mı merak ediyorum. Herhalde şu hayattaki en büyük huzur bunu tatmak olurdu.”

Eskiyi unutup reddetmeden yeni bir hayatın mümkününe yürüyor Leyla. Tüm kuralların, tüm doğruların, tüm bakışların ötesinde, onları umursamadan varacağı bir oluşu arıyor. Kabul edilen tüm rolleri sorgulamaya başlıyor. İnsanlardan, hayvanlardan geçerek aidiyeti sorguluyor. Bir yandan özgürleşirken bir yandan kök salma ihtiyacını anlıyor. Ruh, beden ve akıl arası tüm çağrışımlarında sorular soruyor, sorduruyor.

İlk bölümde tanıştığımız Fikret’in sakalının maviliği yürüdükçe ortaya çıkıyor. Gerçek ve düş her adımda birbirine karışıyor.

Ve bir kere başlayınca bu yürüyüş belki de hiç bitmiyor.

Beril Erbil 

Önceki İçerikEn İyisi Olmak Şiirinin Ardından – Metaforlar
Sonraki İçerikYalnızlık Senfonisi
Beril Erbil
1982 yılında İzmir’de doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme Bölümü’nden mezun olduktan sonra 2012 yılına kadar perakende sektöründe çalıştı. Kurumsal hayata veda etmesinin ardından 2013’te Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde Sosyal Bilimlerde İnsan Çalışmaları üzerine yüksek lisansa başladı. Bitirme projesini Franz Kafka’nın Dönüşüm Adlı Eserinde Yabancılaşma üzerine yaptı. 2015 yılında Yazı Çizi Çeki Atölyesi’ni hayata geçiren Beril Erbil, edebiyat atölyeleri düzenliyor, kurumsal eğitimler veriyor; editörlük, edebiyat ve öykü çalışmalarına devam ederken çeşitli dergi ve gazeteler için yazılar yazıp söyleşiler yapıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz