Aydın Boysan’ın Ardından: “Umudunuzu Kaybetmek Yasak.”

– Umudunuzu kaybetmek yasak!

dedi Aydın Boysan. Kadehinden bir yudum aldı ve elini masaya vurarak yineledi:

– Umudunuzu kaybetmek yasak!

Etiler’in daha önce hiç geçmediğim bir sokağında oturuyordu. Apartmanının ismi de 95 yıllık macerasını özetler gibiydi: “Yılmazlar”.

Kapıyı yardımcısı Mehmet açtı:

– Buyurun salona geçin, birazdan teşrif ederler.

Yaşını almış insanlar, evlerine ziyarete gelenleri zamanda yolculuğa çıkarırlar. Ben de üstadın salonunda beklerken, artık 1970’li yıllardaydım. Sahi, yaşlı insanlar evlerindeki mobilyaları neden yenilemezler? Dikkat edin, yaşlı insanların evinde zaman adeta durmuştur ve kendinizi hiç hissetmediğiniz kadar “an”da hissedersiniz. Tren istasyonları, otobüs durakları, vapur iskeleleri gibidir yaşlı insanların evleri; içerisinde ayrılığın hüznünü ve yolculuğa duyulan heyecanı yaşarsınız…

İşte o yüreği genç adam karşıma dikilmiş, kavanoz kalınlığındaki gözlük camlarının arkasından kocaman gözleriyle bana bakıyordu:

– Hoş geldiniz!..

Tam o sırada, kendini bu yazının içerisinde bulacağından habersiz, İş Bankası Kültür Yayınları’nın Genel Müdürü Ahmet Salcan aradı saygıdeğer üstadı. Mehmet ev telefonunu uzattı:

– Ahmet Bey sizi arıyor efendim.

– Kim?

– Ahmet Bey.

– Kimdi o?

– İş Bankası’ndan Ahmet Bey efendim.

Bana döndü ve kibarca:

– Kusura bakmazsanız şu telefona bir bakıvereyim.

Mehmet’in elinden telefonu aldı:

– Hay hay efendim… Tabii Ahmet Bey… Ne iyi düşünmüşsünüz… Doğru… Söylediğiniz gibi yapalım.

Yaşlı insanlar genelde huysuzlukları ve kafalarının dikine gitmeleriyle bilinir. O ise, 95 yıllık hayat tecrübesine rağmen, karşısındakinin sözlerini dinleme erdemini gösteriyordu. Telefonu kapattıktan sonra, Ahmet beyi tanıdığımı söyleyip kendisiyle ne üzerine görüştüklerini sordum.

– Baskıdaki yeni kitabım için.

– Yeni bir kitabınız mı çıkıyor efendim? Bu kaçıncı!

– 43.

95 yıllık ömrüne tam 43 kitap sığdırmıştı. Üstelik ilk kitabını 60 yaşındayken yazdı.

– Kaçmayacaksın. Üzerine üzerine gideceksin. Ben hayatımda hiçbir şeyden kaçmadım.

Sahiden kaçmamıştı. İki kez akciğer kanserini yenmiş ve hiç durmadan üretmişti. 42 kitap yazmış, 1,5 milyon metrekare bina tasarlamıştı. Onu hala ayakta tutanın da bu olduğunu fark ettim: Üretmek. Yeni kitabı baskıda olmasaydı, acaba hala hayatta olur muydu diye kendi kendime düşünürken:

– Hadi gel seninle boğazda yemek yiyelim.

dedi ve son hecesini yayarak içeriye seslendi:

– Mehmeeeeeeeeeet!

Güneşli bir öğle vakti, Mehmet’in kullandığı arabayla Arnavutköy sahiline indik.

Kadehlerimizi tokuştururken:

– Üstadım maşallahınız var.

dedim ve ekledim:

– Benim dedem de 80 yaşında.

Güldü:

-Gençliğinin kıymetini bilsin.

Çocukluğunu merak ettim. Arnavutköy İskelesi’nin yanında bir adam oltasını denize sallarken, üstat çocukluğunu anlatıyordu.

– Seyyar satıcıların atlarının kuyruklarından kıl koparır, o kıllarla kendi oltalarımızı örerdik. Bu oltalarla balık tutma oyunu oynar, ailelerimizin bütçelerine de katkıda bulunurduk.

Hayat ne garipti. Seksen yıl önce atların kuyruklarından olta yapıp balık tutan çocuk, şimdi benim karşımda oturmuş, balık yiyordu. “Doksan beş yıldan serpintiler” kitabındaki şu sözünü anımsadım: “Ben hayatın ne olduğunu lakerda yerken anlıyorum. Ama balığın tadından değil, yanındaki yumruklanmış kuru soğandan. Hayat da kuru soğan gibi. Tabakaları kalktıkça küçülüyor ve arada bir gözyaşı dökülüyor. “

Hayatının ilk tabakalarını anlatmaya devam etti:

– Cambaz Abdullah vardı. İp cambazı Abdullah. Cambaz ne demek? Canı ile oynayan insan demek. Yani o anda düşse geberir anlamına geliyor. Cambaz Abdullah ip üzerinde hayranlıkla seyrettiğimiz danslar yaptığı gibi, kurban bayramlarında ipin üzerine çıkarttığı koyunu da ipin üzerinde keserdi. Biz Samatya çocuklarının hayali profesör olmak, zengin olmak değil, Abdullah gibi Cambaz olabilmekti.

Aydın Boysan, belki de o çocukların arasında hayalini gerçekleştirebilen tek çocuktu. Yaşam denilen ince ipin üzerinde bir cambaz ustalığıyla yürümüş, türlü türlü numaralar yapmıştı.

– İpin üzerinde dengede durmaya çalışan biz yeni nesle bir nasihatiniz var mı?

diye sordum.

– Söyleyecek bir tek sözüm var.

Dedi ve kadehini kaldırdı:

– Umudunuzu kaybetmeyeceksiniz. Umudunuzu kaybetmek yasak!

Ali Ozan Akın

Önceki İçerikMozart ve Tomatis
Sonraki İçerikOkurun Gözünden: Jale Sancak’tan Uyanan Güzel

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz