Edebiyat, elimde bir şemsiye ile dünyanın tüm kötülükleri ve sıradanlıkları arasından hiç ıslanmadan bir sonraki zamana gelişerek geçmemi sağlıyor. İçimde yeni köprüler kuruyor.
“Yeryüzüne dayanabilmek için” yazdığını söylüyor bir yerde Tezer Özlü… Edebiyat da öyle benim için, bir çıkış kapısı hayatın içinde, ne zaman ve nerede dilersen kapısından geçebileceğin.
Hangi dünyanın içerisine?
Okudukça daha da zenginleşen, zenginleştikçe daha uzun süre o dünyada kalmak isteyeceğin bir evren, dilediğince zihninde kurduğun… İlmek ilmek. Ne kadar emek verirsen o kadar basıyor seni bağrına ve sonsuz bir doyum yaratıyor ruhunda başka hiçbir yerde bulamayacağın. İşte bu yüzden okuyorum ben. Gerçeğin acımasız dünyasında bir vaha gibi edebiyat. İyi ki edebiyat var… Çok güçlü bir antidepresan!
İyi bir edebiyata ulaşmanın yolu iyi bir okur olmaktan geçiyor ve iyi bir okur olmak da şahane kitapları okuyup onların izinden birbirinden şahane başka kitaplara yol alarak oluyor.
Fernando Pessoa, “Huzursuzluğun Kitabı” adlı kitabında, okumak eylemi ile ilgili aşağıdaki satırları kaleme alıyor:
“Okurum ve özgürleşirim. Nesnellik kazanırım. Kendim ve dağınık olmaktan çıkarım. Okuduğum, bazen beni sıkan neredeyse görünmez bir elbise olmak yerine, dış dünyanın muhteşem ve önemli açıklığıdır, herkesi gören güneştir, durgun dünyaya gölgeler saçan aydır, denizde biten geniş topraklardır, tepeleri yeşilliklerle salınan koyu siyah ağaçlardır, çiftliklerdeki havuzların süregelen huzurudur, üzümlerle kaplanan, yollarıyla eğimli taraçalardır.”
Kitap sayfaları yaprak yaprak, yüreğimdeki, zihnimdeki ağacın dallarını renklendiriyor ve her sayfada genişliyor. Ne kadar köklü ve görkemli bir ağaç isterseniz o kadar okur, okudukça kök salar, genişlersiniz. Ben de okuyarak besliyorum zihnimi ve yüreğimi. Okuma zevki, okudukça gelişiyor ve derinleşiyor. Hangi kitapları okuyacağımız, hangi yazarlarla yol alacağımız tamamıyla bizim zihnimizde döşediğimiz taşlardan geçiyor. Bu taşlar bizi başka yollara çıkarıyor. Till Eulenspiegel’in en yakın köye ne kadar zamanda ulaşacağını soran birine “Yürü bakalım” diyerek, yürüyüşüne göre ne kadar sürede o yolu kat ederek varabileceğini söylemesi gibi… İşte okuma eyleminde de kişinin kendi adımlarıdır yol gösterici olan. Yürüdükçe açılıyor adımlardaki mesafe, hız ve ritim. Emek verdikçe sizi daha keyifli yerlere çıkarıyor adım adım.
Nasıl daha iyi bir okur olabiliriz? Bu yolda nelere gereksinim duyarız?
Edebiyat üzerine çeşitli üniversitelerde verdiği dersleri bir kitapta toplanan Nabokov*, küçük bir taşra üniversitesinde, ortaya bir test atarak öğrencilerine iyi bir okuru meydana getirecek dört tanımın ne olduğunu soruyor. Seçenekler ise aşağıdaki gibi:
- Okur, bir kitap kulübüne üye olmalı.
- Okur, kendisini kitabın kahramanı ile özdeşleştirmeli.
- Okur, toplumsal-ekonomik yöne dikkatini vermeli.
- Okur, içinde eylem ve diyalog olan bir hikayeyi, olmayana tercih etmeli.
- Okur, daha önceden kitabın filmini izlemiş olmalı.
- Okur, yetişmekte olan bir yazar olmalı.
- Okurun hayal gücü olmalı.
- Okurun hafızası olmalı.
- Okurun sözlüğü olmalı.
- Okurun biraz sanat duygusu olmalı.
Ve sonuçları şöyle değerlendiriyor:
“Öğrenciler ağırlıklı olarak duygusal özdeşleştirmeye, eyleme ve toplumsal-ekonomik veya tarihi tarafına ağırlık verdiler. Elbette, tahmin ettiğiniz gibi iyi bir okur, hayal gücü, hafızası, sözlüğü ve biraz sanat duygusu olan kişidir- bu duyguyu kendimde ve başkalarında, fırsatını her bulduğumda geliştirmeye niyet ediyorum.”
İşte iyi bir okur olmak için ihtiyacımız olan ana malzemeler bu kadar basit. Sonrasında ise okudukça içine girdiğimiz şahane evrende hazların en güzelini yaşamak için okumak, daha çok okumak bizi edebiyatın en saf ve katıksız katmanına çıkaracak, içimizdeki sanat duygusu, hayal gücü ve hafızamız günbegün gelişecek… Bu yol, biz okumaya devam ettiğimiz sürece var olacak bir süreç elbette, gelişip serpilerek…
Nabokov edebiyat derslerini aşağıdaki satırlarla noktalıyor:
“Artık dersimiz sona eriyor. Kiminiz muhteşem kitapları okumayı sürdürecek, diğerleri mezun olduktan sonra kitapları okumayı bırakacak ve eğer kişi, büyük sanatçıları okumaktaki haz kapasitesini geliştiremeyeceğini düşünüyorsa zaten onları hiç okumamalı. (…) Asıl mesele, düşüncenin ve duygunun her alanındaki o ürpertiyi deneyimlemektir. Eğer ürpermeyi bilmiyorsak, eğer insan aklının bize sunduğu en ender ve en olgun sanat meyvesini tatmak için genelde olduğumuzdan biraz daha yukarı kendimizi çekmeyi öğrenemezsek, yaşamın en iyi tarafını kaçırırız.”
Herkesin yaşamın en iyi tarafını yaşamasını, daha iyi bir okur olmaya giden yolda emek vermesini ve muhteşem edebiyatın, tutkuyla tadını çıkarmasını dilerim.
Ayşen Atalay
*Edebiyat Dersleri/ Vladimir Nabokov/İletişim Yayınları