Kalple Büyüyen Ekran Resmi

Etkinlik: Ankara’da Kuzenlerle Buluşma

Uzun zamandan sonra kuzenlerimle bir araya geldik.  Birlikte eski günlerimiz üzerine muhabbet ettik. Saatlerce çocukluk dönemlerimizi, o dönemlerde yaşadığımız sevinçli, hüzünlü anılarımızı anlattık birbirimize. Sanki ilk kez paylaşıyormuşuz gibi heyecanla dinledik birbirimizi. Daha önce konuştuğumuz ve defalarca birbirimize anlatıp güldüğümüz çocukluk hikayelerimizin içinde ne kadar da çocuktuk.  Kimimiz evli, kimimiz yalnız, kimimiz boşanmış ve birimiz de çok sevdiği hayat arkadaşını taze kaybetmiş…

Kırklı yaşlar basamağından, yedili ve yirmili yaşlarımıza bakarken ne kadar hızla çıktığımızı anladık basamakları.  Birlikteyken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Ne bir öz çekim ne de fotoğraf çekip anı paylaşmak aklımıza gelmedi. Tüm fotoğraflar sohbet sonrasına bırakıldı. Anın hatta geçmiş anların da içinde olmak, zamanı ve hayatı durdurmak gibi bir şeydi. O zaman daha iyi anladım ki, bu kadar anı biriktirip yıllar sonra etrafında ısınmamızın sebebi, o dönemlerde yaşadığımız bu kalabalık birlikteliklerdi. Bir arada aynı çatının altında toplandığımız ve muhabbete, oyuna doyamadığımız bu gerçek buluşmalar, yani gözlerimizin cep telefonlarında değil, birbirimizin gözlerinde ve sözlerinde olan buluşmalardı o anları sıcacık yapan.

Ankara deyince aklıma ilk gelen şey, ayak ve el parmaklarımızı hissedemediğimiz, parmaklarımızdaki karıncalanmaları bile donduran soğuk kış günleridir. Ve hemen arkasından da içimde kütür kütür yanan o sobaların verdiği sıcaklık hissi…

Evlerin çatılarından yükselen ve o evlerin sıcaklığını imgeleyen dumanı tüten bacalar… Pastanelerin, evlerin, kafelerin camlarında toplanmış buğular hem muhabbete hem de  içerideki sıcaklığa davetkar yansırdı ruhumuza. Ne güzeldi, dostlarımızla ya da akran kuzen, yeğen bir arada sohbetle buzlarımızı çözdüğümüz o kış gündüzleri, anne ve babalarımız, amca yenge, teyzelerimizle, çocuk kalplerimizi ısıttığımız o kış geceleri. İyi ki, dediğimiz ne çok şey yaşamışız meğer, konuştukça anladık. Yanımızda olmayanları, uzaklara uğurladıklarımızı yad ettikçe, ana daha da bir sıkıca sarıldık. Bu defa kış değildi, sonbahardı yaşadığımız ancak kış mevsimiymiş gibi üşüdük bugün yanımızda olmayanlara. Bazen de gözlerimiz buğulandı, durduk…

Hayatta her şey geçiyor, her şey değişiyor, değişmeyen tek şey çocuk kalbin. O hep, heyecanlı, gözleri henüz yaş almaktan küçülmemiş, kocaman hayretli ve sevmeye, sevilmeye çok hevesli.

Rahmetli amcam ve yengemin bizleri eğlendirmek için kılıktan kılığa girip hikayeler anlattığı, karşılıklı oyunlar kurduğu o anlarda bilmiyorduk, evimizde iki meddah olduğunu. Bugünden o günlere baktığımda anlıyorum, teknolojinin olmadığı, insanların birbirlerine uğradığı, çayların birinin gidip diğerinin geldiği ve ocaklarda demliklerin hep sıcak kaldığı her ev bir tiyatroydu. Ve en güzel çocuk gösterileri bu evlerde ebeveynler tarafından oynanırdı. Bugünden o günlere baktığımda anlıyorum, herkes birbirini gerçekten ilgiyle dinler, birbirlerine sıkıca sarılırdı.

“Biz eskiden” nasihati değil bu; bir özlem, bir susuzluk. Kışın birlikte ısınmayı, çocuklara ileride ısınacakları bizli hikayeler bırakmayı erteledik. Onlara kuzenlerini, yeğenlerini tanıtmayı, birbirimizi ziyaret etmeyi unuttuk. İleride kimse olmadığında ya da çok kalabalık içinde tek başına kaldıklarında onlara geçmişlerini ve çocukluk hatıralarını anlatacak en yakın yolu öğretmeyi bıraktık. Gitmediğimiz yerleri otlar bürüdü, birbirimizi kaybettik ve sonra tekrar bulmayı yarınlara bıraktık.  Birbirimize sıkıca sarıldık ama çocuklarımız düğünlerde, cenazelerde yabancı kaldı. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, ne kadar yol aldığımızı anlamak için birbirimizin gözlerinin içine bakmayı unuttuk. Ekranlara dokunurken, dedeleri, neneleri ziyaret etmeyi yani ağacımızın köküne dokunmayı unuttuk. Çocukluğumuzu görmek için ekran resmini parmaklarımızla değil, kalbimizle büyütmeyi unuttuk.

Meğer en büyük ‘etkinlik’ birbirimize gitmekmiş. Kendimize sorduğumuz “bugün ne hissediyorsun?” sorusuna “yakınlarıyla mutlu hissediyor” cevabını vermeyi unuttuk.

Bir arada olmak güzeldi, güzel oluyormuş yani. Çayların biri gelip biri giderken, kahvelerimizi höpürdete höpürdete içerken hislerimizle geçmişin kapısına tıklamak ve anılarımızın altına gerçek kalpler bırakmak muazzam bir tatmindi.

Unutmayalım, daha da çoğalalım, tekrarlayalım bu buluşmaları diyerek birbirimize veda ettik.

Bir arada olmanın dayanılmaz hafifliğiyle kuzenlerimden ayrılırken, şiir sıcaklığındaydı kalbim.  Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Çocukluğum’ adlı şiirinin içinde döndü çemberim. İçimden bir ses yükseldi; keşke hiç bitmese horoz şekerim.

Sevilay Acar

Önceki İçerikAntalyalının Ulusal Yarışma Özlemi
Sonraki İçerikTribünlerin Sevil Annesi
Sevilay Acar
Öğrenim Üyesi / Okur- Yazar. En büyük deneyimim çocukluğumda oynadığım oyunlar ve kurduğum hayaller oldu. Her ne yapıyor olursam olayım, iki etken her zaman yolumu belirler: hayaller ve dualar. Çocuk merakı ve heyecanıyla öğrenmeye çalışıyor, okuyor, yazıyorum. Babalardan Babalara adlı bir röportaj kitabım var. Babaların ayak izlerinden oluşan ve hikayeleriyle iç dünyaya yolculuk yaptıran bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yolculuğu seviyorum çünkü her şeyin yolda şekillendiğine inanıyorum. Bu yolda en çok da öğrenciyim; kapsayan, içine alan, öğrendikçe çoğalan ve var olan. Karşılaştıklarımı, hissettiklerimi, öğrendiklerimi yazarak paylaşmaya çalışıyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz