“Gezmeye ne kadar erken başlanırsa çocuğa kazandırdıkları da o kadar fazla olur.”
Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? İşte bütün mesele bu. Ama yanıtı bilen yok. Biz ikisi de diyelim. Gezginlerin hepsi gezdikleri yerleri yazıya dökmeseler de bazı yazarlar gitmedikleri yerlerin romanını yazabiliyorlar. Ama her ne olursa olsun gezmek var işin içinde. Yazarlar hayallerinde gezerken, gezginler eylemi gerçekleştiriyorlar. Bir de gezdikleri yerleri yazının dışında anlatanlar var Ömer Kokal gibi. Hem de hem büyüklere hem de çocuklara gezilerle İstanbul’u anlatıyor. İstanbul’u anlatan üç ciltlik Efsane İstanbul kitabı yayınlanan Ömer Kokal, Anadolu Üniversitesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü’nü bitirdi. 1993 – 2000 yılları arasında doğa rehberliği yaptı. Ülkemizin pek çok dergisi için 500’ün üzerinde fotoğraf ve yazıdan oluşan seyahat dosyası hazırladı. Halen çeşitli dergiler için dosyalar hazırlıyor ve Türkiye’nin ilk ve tek çocuk gezileri yapan acentası “Ailemle Geziyorum”a danışmanlık yapıyor, geziler düzenliyor. Ömer Kokal ile gezi ve çocukları konuştuk.
Gezmeyi hayatının içine katmak bir çocuğa ne kazandırır?
Yaşadığımız dünyayı geliştiren şeyin her ne sebeple olursa olsun yolda olmak, seyahat etmek olduğu apaçık ortada. Sanatın, zanaatın, yemek kültürünün, kentlerin, uygarlıkların gelişmesi, insanların başka yerlere gitmeleri yani bilgiyi taşımalarıyla mümkün olmuştur. İnsanlık için çok önemli olan gezme yeni yerler görme konusu bir tür eğitimdir. Bu nedenle aynı eğitim gibi gezmeye de ne kadar erken başlanırsa çocuğa kazandırdıkları da o kadar fazla olur.
Çocuklar eğleniyor mu gezerken?
Meseleye salt eğlence olarak bakmamak gerekiyor. Benim yaptığım da böyle bakmamak. Zaten yakın çevrelerindeki herkes onları eğlendirmek için elinden geleni yapıyor. Ben eğlenceden çok bilginin değerli olduğunu düşünenlerdenim. Tabii bu öğretmen edasıyla bilgi vermeye çalışıyorum demek değil. Yetişkinler gibi çocuklar da görülmek fark edilmek istiyorlar. Bildiklerini söylemek, asıl önemlisi söylediklerinin dinlenmesini istiyorlar, ama “mış gibi” yaparak değil gerçekten dinlenmesini… Benim yaptığım da hem anlatırken hem dinlerken onlara çocuk gibi değil yetişkin gibi davranmaktan ibaret. Anlatımlarımda dili çocuklaştırmak gibi bir tuzağa düşmeden, muhtemelen ilk kez duydukları kelimeleri kullanmaya özen gösteriyorum. Daha sözlerinin başında ne anlatacaklarını ya da ne soracaklarını anlasam dahi sözlerini kesmeden konuşmalarını bitirmelerini bekliyorum. Ayrıca isimlerini söyleyerek hitap etmem çoğunluğun içinde fark edilme duygularını okşadığı gibi özgüvenlerini yükseltiyor. Eğlenme meselesine dönecek olursak, gezinin sonunda şifre ya da saklı sandığı bulma gibi oyunlar bilgiye ulaşmalarını daha eğlenceli hale getiriyor diyebiliriz.
Gezmeyi sevdirmek için anneler babalar neler yapmalı bu konuda?
Bununla ilgili herkese uyacak bir reçete yok. Her çocuğun ilgi alanına, fıtratına uygun yerlerden gezmeye başlamakta fayda var diye düşünüyorum. Burada iş ebeveynlere düşüyor. Çocuklarına biraz anne baba olma duygusundan sıyrılıp taraflı değil dışarıdan bakmaları, gözlemlemeleri gerekiyor. Onların yakıştırdığı ilgi alanlarını değil çocuğun gerçekten ilgilendiği alanları anlamaya çalışmalılar. Ama öğrenmenin temel duygusu olan merak etme meselesini hep göz önünde tutmak, işlerini kolaylaştırır. Gezme konusunda da lokomotif duygunun merak uyandırmak olduğunu düşünüyorum.
Efsane İstanbul çocuklar arasında efsane oldu mu?
En azından benimle İstanbul’u gezen çocuklar arasında efsane oldu. Kitapta yazdığım yerleri benden dinlemeleri üzerlerinde daha güçlü ve kalıcı bir etki bırakıyor. Büyüdüklerinde onlar için imzaladığım ve günün tarihini yazdığım kitap hala ellerinde duruyorsa eminim gezdiğimiz yerleri ve o günü hatırlayacaklardır.
Instagram: omerkokal
Röportaj: Ayşe Dural