Mine Söğüt: “Kabul ettiğin şeylerden kendine bir kumaş gibi dokursun hayatı.”
Mine Söğüt bir yazar olarak hayatıma katılalı, beni etkileyeli uzun zaman oldu. Gazete yazıları ile tanıdığım yazarın ilk kitabını gördüğümde bir tanıdığa rastlamış olmanın sevinci ile alıp okudum. Adalet Cimcoz – Bir Yaşamöyküsü Denemesi kitabıyla başladım. Kalemini, tarzını sevdiğim yazarların tüm kitaplarını takip eder, okumak isterim. Beş Sevim Apartmanı, Madam Arthur Bey ve Hayatında Her Şey, Kırmızı Zaman, Şahbaz’ın Harikulâde Yılı eklendi yıllar içinde. Şimdilik isimlerini anıp geçelim bu kitapların, aslında hepsini tek tek anlatmak isterim. Bakalım hangi kitabı bu satırlara konuk olacak?
Zaman geçti, Mine Söğüt Deli Kadın Hikayeleri ile bir daha girdi hayatıma, derinden acıtarak, kanatarak. Cumhuriyet Gazetesi yazıları ile haftanın iki günü buluşuyorum düşünceleri, duyguları ve hayatın akışında yaşadıklarımızı farklı bakış açısıyla anlattığı cesur kalemiyle. Takip etmenizi öneririm, gündemde yaşadığımız olayları onun gözünden okumak çok boyutlu bakmamızı sağlıyor. 10 Mart 2015 tarihli ‘Bırak Evi Bok Götürsün!’ adlı yazısını okuduğumda pek çok arkadaşımla paylaşma ihtiyacı duydum, yaptım ve hala paylaşmaya devam ediyorum.
Bodrum’da Gümüşlük Akademisi Vakfı’nda gerçekleşen seminerlerimizde edebiyat, yazmak, insan olmak, doğayla buluşmak ve daha bir çok konuda dinleme imkanım oldu. Bir roman yazdığını söylüyordu sohbetlerimizde, merakla bekliyorduk. Gergedan ile çıktı karşımıza… Ezdi…
“Arada bir kedi eziyorsun. Sonra bir sincap. Sonra bir kirpi. Sonra köpek. Sonra ne olduğu anlaşılamayan şey. Sonra bir gelincik. Geç. Bir tilki. Geç. Bir kaplumbağa. Geç. Bir tavuk. Geç. Bir kertenkele. Geç geç. Bir yılan. Geçiniz. Bir kunduz. Geçiniz. Bir ceylan. Bir gelincik. Onu da geçiniz. Bir inek. Geç. Bir koyun. Geç. Bir devekuşu. Geç geç geç. Bir ejderha. Geç geç. Bir Zümrüdüanka eziyorsun. Geçiyorsun. Bir gergedan eziyorsun. Geçiyorsun. Yeryüzünün gerçek tanrıları tekerlerinin altında, bağırsakları dışarıda. Herkesle beraber irili ufaklı kan lekeleri bıraka bıraka ardında işe gidip geliyorsun.”
Mine Söğüt’ün son çıkan kitabı “Gergedan-Büyük Küfür Kitabı” önce çarpıyor, donduruyor sonra çok düşündürüyor. Yukardaki, aşağıdaki satırlar kitaptan, henüz kitabı okumayanlar ne hissetti merak ediyorum.
“Ve basıyorum küfrü. En büyüğünü…
Yanaklar kızarıncaya kadar, kulaklar morlaşıncaya kadar, dudaklar büzülünceye kadar, saçlarımdan tutup çekilinceye kadar, yerlerde sürükleninceye kadar, gözlerim kararıncaya kadar, son nefesim, son nefesim, son nefesim, son nefesime kadar.
Öyle kolay pes etmez küfrü duasından büyük olanlar.”
Yazar güncel olaylardan ilham alarak yazıyor hikâyeleri. Okura bırakıyor gerisini. Kendimize bakalım, sorular soralım istiyor, soruların cevaplar olduğunu bilelim, bu satırları okuyan andaki ben ile aynı kalmayalım, okuyup geçip aynı hayata devam etmeyelim istiyor.
“Kapalı kapılar ardında neler olup bittiğini asla bilemezsiniz.
Ve kapalı zihinler ardında neler olup bittiğini de bilemezsiniz.”
Okurken Eugene Ionesco, José Saramago, Franz Kafka, Gabriel Garcia Marquez, Cemal Süreya, Yannis Ritsos ve belki de benim keşfedemediğim başka ustalara yazarın saygıyla selam verdiği satırları keşfedin.
Gergedan – Büyük Küfür Kitabı’nda, Deli Kadın Hikayeleri’nde olduğu gibi ressam, karikatürist Bahadır Baruter’e ait resimler var. Bahadır Baruter çizimleriyle hikayelerin zihnimizde üç boyutlu yer etmesini sağlıyor. Bazı sayfalarda takıldım kaldım, anlamı tekrar tekrar yoğurdum. Hikayelerin gücünü artıran resimler yazar & çizer birlikteliğinin, yaşadığımız görsel çağda, edebiyata ne kadar yakıştığını da gösteriyor.
Mine Söğüt’ü okumak için Gergedan ile başlarsanız, eminim çok etkilenir ve bir de eksiklik hissedebilirsiniz. İyi bir histir bu, bir önceki kitaba doğru yol aldırır ve Deli Kadın Hikayeleri kitabını bir gecede soluksuz, nefesinizi tutarak, çağımızda ülkemizin ve pek çok ülkenin büyük sorununun edebiyata nasıl aktarıldığını okursunuz. Kitap biter, siz elinizde kitap, neden, neden sorularıyla hala nefesinizi tutuğunuzu fark edersiniz. Tutmayın nefesinizi, şimdi sakince bırakın, siz bize lazımsınız, sadece fark edin, okumaya başlarken ki halinizle kalmayın…
“Bazen bu şehirde 16 yaşında hamile bir kadın oluyorum. Evdeki çekyata uzanır ya da masanın başına geçer ağlarım.
Kocam ya eve dönmezse!
Kocam beni bu gece ya yine döverse!
Karnımdaki çocuk ölecek mi?
Karnımdaki çocuk ölürken beni de öldürecek mi?
Babama gitsem. Kurtar beni desem.
Kapılar açılır mı?
Silahlar çekilir, kafama taşlarla vurulur mu?
Sonra evde tek başıma doğururum çocuğu.
Bir kedi gibi dişlerimle koparırım göbeğini.
Üç gün hiç durmadan ağlar, o ağladıkça kocam duvarları yumruklar, sonunda tutar pencereden dışarı atar!
Çocuğu öldürülmüş bir anne, bu koca şehirde tek başına ne yapar?”
Mine Söğüt kitaplarında genel olarak “insan olmak” çaresizliğini anlatıyor insanın. Son iki kitabında buna ek olarak kadına, çocuğa uygulanan şiddeti, namus cinayetlerini, çocuk yaşta evlendirilen kadınları, aile ve mahalle baskısını, kadının ekonomik bağımsızlığının olmaması, demokratik ortamın giderek yok olması, düşüncelerden, düşünen, sorgulayanlardan korkan sistemin içindeki insanı, kadını, kocayı, çocuğu, babayı, anneyi anlatıyor.
Yaşadığımız çağa tanıklık eden yazar, hafızamızın bizi nasıl aldattığını hatırlatıyor. Bu hatırlatmaları yaparken destansı dili, zaman zaman şiirsel yazımı, gerçekçi anlatımı ile -yaşananları- yaşayanlar olarak, gaddar ve zavallı insanlık ile yüzleşmemizi sağlıyor.
“Size bir sır vereyim.
Hep aynı kadın ölecek.
Hep aynı kadın doğuracak.
Hep aynı kadın kaçacak.
Her şey birdir.
Her şey birdir.
Her şey birdir.
O kadın… o aynı kadın… külliyen delidir.”
Mine Söğüt’üm tüm kitapları gibi Yapı Kredi Kültür Yayınları‘ndan çıkan Gergedan – Büyük Küfür Kitabı’nı mutlaka okuyun.
“Tanrı insanı altı günde yarattı.
Yedinci günde utandı.”
(bu yazı Edebiyatist dergisinde yayınlamıştır)
Yasemin Sungur