“Ne güzel bir ömrün sonbaharına geldik, şükürler olsun!” dedi İclâl, koluna sıkı sıkı sarıldığı Raşit’in. Kolay mı, daha 15 yaşındayken gurbet ellere gitmiş, acıyı, hasreti, özlemi iliklerine kadar hissetmişti.
Sonra o yakışıklı adam, dünyasını aydınlatıvermişti İclâl’in. Almanya’nın o soğuk ikliminde, güneş görmeyen günlerinde adeta güneş gibi ısıtıvermişti içini Raşit. Onunla aynı yerden değildi, o Trakya kızıyken, Raşit medeniyetler beşiği denen bir yerden gelmişti.
“Güneş saçlım” diye hitap ederdi ona Raşit. Ne de hoşuna giderdi bu söz. İçinde kıpırtılar olur, bazen boynuna sarılsam da bırakmasam diye düşünür, sonra da için için utanır, yanakları kızarırdı.
Artık zorlu Almanya zamanları hafiflemiş, harikulade iki evlat ortaya çıkmış, onlar evlenmişler, mis kokulu torunlar bile dünyaya gelmişti. Artık yılın yarısını, hayatlarının büyük kısmının geçtiği Almanya’da geçirirlerken, yılın yarısını da Türkiye’de geçiriyorlardı.
Türkiye’de tek katlı, mütevazı bir ev almışlar, rengârenk çiçeklerle bezeli, güzel, samimi komşularla dolu günler geçirir olmuşlardı.
“Bunca çekilen çileye değdi” diye düşündü İclâl.
“Hamdolsun bugünlerimize” deyip sımsıcak gülümsedi.
Ayın pırıl pırıl görüldüğü bir yaz akşamında, yemek sonrasında yine kocasının kolunda küçücük kasabada turlayıp duruyorlardı. Kocasının yanında sanki parmak uçlarında yürüyor gibiydi.
Soluklandılar ve parka oturup bir çay keyfi yapmak istediler.
O güzel, demli çayın bir de yancısı olurdu. Her ikisi de sıkı bir sigara tiryakisiydi.
İkisi de, birer tane sigarayı tellendirerek, dumanını sıcak yaz akşamında, gökyüzüne uçurdular.
Raşit yine öksürmeye başladı. Bir süreden beri bu öksürükler sıklaşmış, biraz da canlarını sıkar olmuştu. Artık sigarayı bırakacaktı Raşit, kararlıydı.
“Hem tüm sıkıntıları hafifletmişken artık bu meretten de kurtulmak gerek” diye düşündü Raşit.
Zaten bırakacağına dair İclâl’e de söz vermişti. Gerçi İclâl de içiyordu ama onun daha sıkıntısı yoktu.
“Raşit, bir doktora mı görünsen, öksürüğün uzun sürdü” dedi İclâl.
Karısının sözünü dinleyen adamdı Raşit. Uzun süren evliliklerin sırrı da bu değil miydi? Koşulsuz olarak erkeğin ipleri kadının eline bırakması. Bazen mahalle erkekleri kahveye giderken Raşit abilerini de çağırırlar ancak o; “Hanımın gelmediği yere ben de gelmem” derdi.
“Ne hanımı be abi, okey oynayacağız. Onlarla başka program yaparız” önerilerine kulak asmaz, davetleri nazikçe red ederdi.
O hafta beraber doktora gittiler. Kötü haber tez verildi. Bir takım tetkikler, röntgenler fakat sonuç hiç iç açıcı değildi.
O kötü hastalığın son evresindeydi Raşit.
Apar topar Almanya’ya uçtular, belki bir umut vardır, belki yanlış teşhistir diye.
Ancak tüm umutlar boşa çıktı, lanet hastalık sarmıştı vücudu ve günler sayılıydı artık.
“Hak, reva mı bu?” diye düşündü İclâl.
“Yıllarca didin dur, çabala, sevdiklerinden uzak kal. Tam biraz nefes almak, hayatın tadını çıkarmak fırsatı varken, kumpas kurmakta maharetli kaderin yaptığına bak. İnsanın hiçbir zaman herşeyi tam olamıyor” diye düşündü İclâl.
“Mutlaka bir şeyler eksik kalıveriyor. Tam, şimdi oldu dediğin anda, aslında bir pamuk ipliğine bağlı imiş tüm sahip olunanlar, hayaller, duygular. Kayıp gidiveriyor elinden.
Olsun bununla da başa çıkacağız. Raşit’imi son ana kadar bırakmam, ben öyle olsam o da öyle yapardı, “diye içinden geçirdi İclâl.
Olmadı, ne yapsalar fayda etmedi. Raşit’i kurtaramadılar. Adeta bir kuş gibi ellerinden uçtu gitti. İki evladının, torunlarının, sevdiklerinin, İclâl’in göz yaşları içlerine aktı, aktı.
Zamanın hafifletemediği ne var?
Acı küçülmüyor belki ancak başka meşgaleler dağıtıyor hüznü.
Hayat akmaya devam ediyor.
Raşit, oldum olası düzenli bir adamdı. Herşey yerli yerinde olsun, aradığı herşey elinin altında olsun isterdi.
Raşit’in bu dünyadaki rolü bitince, İclâl, sevdiği adamdan kalan eşyaları düzenlemeye karar verdi.
Bir süre sonra herkes aynı şeyi yapmaz mı?
Kim bilir belki de yeni bir evrenin habercisidir bu düzenleme. Bazen tatlı, hüzünlü sürprizler karşımıza çıkar karşımıza bazen de bilinmeyen bir hayatın gizemlerinin ipuçları.
Raşit öylesine tertipliydi ki, eskiye dair hiçbir evrağı da atmaz, saklardı. İşte o düzenli, eski kağıt kokan desteden İclâl’in dikkatini çeken bir ayrıntı oldu.
Yıllar önce Raşit düzenli olarak olarak bir kadın adına para göndermişti.
Her ay gönderilen bir para.
“Borç olsa o kadar uzun sürmez” diye düşündü İclâl.
İçine bir kurt düştü, ancak o bildiğimiz küçüklerinden değil, kocaman, koskocaman bir kurt. Hemen bir sigara yaktı, her canı sıkıldığında yaptığı gibi.
Öyle bir nefes çekti ki içine, adeta sigaranın yarısını bir kerede bitiriverdi.
O güzel adamdan iki evladı vardı, bir oğlan bir kız. Onları çağırıverdi. Evrakları gösterdi, bunu öğrenmesi gerektiğini söyledi. Araştıracak, bulacaktı.
Anıl Akın
Raşit: Dürüst, güvenilir.
İclâl: Büyüklük, kudret, saygı, ikram