Altın Portakal Film Festivali’nde “Umut Üzümleri” isimli bir film izlemiştim. Filmin bir sahnesinde tarlaya ekin biçmeye gidiyorlar. Güneş tepede, belli hava çok sıcak, toprak kurumuş. Ellerindeki oraklarla horun başına geçiyorlar. Ekini biçmeye başlıyorlar. Topraktan kopardıkları her destenin ardında, köklerle birlikte kurumuş toprak da geliyor. – Ekin biçenler orağın tersiyle vurup, ekinle gelen toprağı desteden ayırırlardı. – Destenin koptuğu yerde toprak tozuyor. Tozuyan toprağın kokusunu burnuma çekiyorum. Sanki nefesim kesiliyor. Kendimi köydeki tarlalardan birinde buluyorum. Ektiğini biçmenin bütün anlamlarını iliklerime kadar hissettiğim bir an. Salona dönmem uzun sürmüyor. Aklıma ilk gelen soru; koca salonda kaç kişi tozuyan toprağın kokusunu almış, kaç kişinin burnun direği sızlamıştır?
Bizim köyde baharın en fazla bir ay yeşildir doğa, sonrası sarı sıcak, kurumuş topraktır. Toprak attığınız her adımda tozur. Hele ki sürünün peşindeyseniz onların adımlarının tozuttuğu toprağı da içinize çekersiniz.
Tozuyan toprağın kokusunu hep bildim, bildik: Köyde neredeyse günümüzün her anı toprakla iç içe geçerdi. Toprak, köy hayatımızın hep merkezindeydi. Üç aylık yaz tatili boyunca, ot, arpa, mercimek, buğday, nohut hasadında, Yukarı Çayırlar’daki bahçemizi ekerken, ocakta odun ateşinden kararan süt, çökelek kazanlarını gözenin kenarından avuçladığımız toprakla ovarken, bir önceki yıl yağan yağmurlarda sıvası dökülen toprak evin sıvasını yenilerken, bir elimiz hep topraktaydı.
Hava sıcakken susuz kalmış, yağmur yağarken ıslanmış, sabah erken tarlaya giderken çiğ düşmüş toprağın kokusunu biliriz. Bununla da kalmaz kırmızı toprağın ayrı, Purlar’daki beyaz toprağın kokusunu ayrı çekeriz içimize.
İçinde yaşarken, belki de birlikte yaşarken demeli, tozuyan topraktan illallah ettiğim çok zaman olmuştur. Ancak, toprak hep kapısına yeniden gittiğimizdi. Her şeyi verendi. Bunu her yıl tecrübe ederdik. Veysel’in dediğini biraz değiştirerek söylersek, toprak “köylünün sadık yâridir.”
Doğadaki yaşamın döngüsünü bilir, onun izinden giderdik. Toprağı tanır, hangi mevsim nerede ne vereceğini bilirdik. Köydeki hayatımızı bu bilgiye göre düzenlerdik. Örneğin, malı davarı otlatmaya çıkardıysak, o mevsim nerelerde ot var bilir oralara götürürdük.
Pandemi sonrasında, doğaya dönmek, toprakla haşır neşir olmak çok konuşulur oldu. Rahatlamak, huzuru bulmak için herkes kırsalda ev yaparak şehirden uzaklaşıp, ayağını toprağa basmak istiyor. Oysa, içinde gerçekten yaşayıp toprakla hemhal olduğunuzda, toprakla ilgili ilk bilginiz, ondan açık açık bir şey istemenin ötesinde verdiğine razı olmayı öğrenmek olduğunu deneyimliyorsunuz.
Seher Özen