Okurun Gözünden: Dilin Gücü (Denemeler), Prof.Dr. Nermi UYGUR

Yazar, felsefe öğreticisi Prof. Dr. Nermi Uygur’un 1997 yılında Yapı Kredi yayınlarından tıpkıbasımı yapılan “Dilin Gücü (Denemeler) “kitabı ile yazmaya, konuşmaya, susmaya, konuşmanın biçimlerine dilin farklı kullanım alanlarına yolculuk edeceğiniz, akıl ve gönül dünyamıza izler bırakacak bir eser dilin gücü.

Prof. Uygur İstanbul’da doğmuş, Galatasaray Lisesi Latince bölümünden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümün ve Almanya Köln Üniversitesinde okumuş, 1963 yılında profesör olmuş, İstanbul, Wuppertal ve Marmara Üniversitelerinde dersler vermiş, 2005 yılında aramızdan ayrılırken geride her biri ayrı kıymette onlarca kitap bırakmıştır.

“Dilin Gücü” yazım dili ve anlatım becerisi ile etkileyici olduğu kadar öğretici özellikler taşımaktadır. Yazar kitabın sunuş bölümünde “yönü, amacı, kapsamı, başarısı ne olursa olsun insanın gittiği görünür görünmez tüm yolarının dilden geçtiğine vurgu yapar” ve dili var oluşun ana koşulu olarak gösterir. Kitabında, dile ait tüm özellikleri kendi içinde 11 ayrı bölümle irdeler ve birbirine bağlar. Dil nedir, diye sorar ve Augustinus’un kimse bana sormuyorsa biliyorum, birine açıklamaya kalkınca bilmiyorum sözü ile açıklar.  Dil macerasını dile ait kavramları tanımlama serüvenini cevaplarını anlatır akan sayfalarda. Gurbet dilinden söz ederken, öğrendiği dilin kiracısı olarak gördüğü insanı, öğrendiği dil ile anadili arasındaki bağlantı-bağlantısızlık ilişkisini anadilini konuşan birini duyduğu anda duygu halini “bir şeyler yetmiyordu, bir eksiklik vardı dilimde, bir özlem tuhaf bir özlem gittikçe dal budak salıyordu içimde; burnumda tütüyordu anadilim (Türkçe) diye açıklar.

Anadili, kesintiye uğramadan yeryüzünü kapsayan insan başarısı olarak niteler. Anadil temeldir, özel dillerden öncedir, hepsini kuşatır. Prof. Uygur, her insan benim dediği bir dili konuşur, kişi uzak ellerin çekiciliğini anadilin bağlayıcılığı ile sarar sarmalar diye tanımlar. Anadilin insana yapışık ve giderken götürülen olduğuna vurgu yapar. İki anadili olmaz der insanın, anadil içinde kök saldığın, rüyalarını gördüğün dildir, diye özlem dolu bir sevgi yükler anadile.

Farklı kültürlerde dile bakışı, dile verilen önemi anlatırken, Hindistan’ın söz tanrısı (vak) tanrıların tanrısıdır, gelip geçmeyen hep var olandır, vedaların anası, tanrıların kilit taşıdır diye tanımlar. Dilin öcü uğradığı saygısızlıkla orantılıdır der ve dilin öfkesinin büyüklüğüne vurgu ile dil Nemesisi’n den korktuğunu ifade eder. Dile saygı, dosta saygıdır ifadesini güçlendiren Konfüçyüs’ün “dil düzgün olmayınca söylenen, söylenmek istenen değildir “ile anlatır.

Dilin gücü söz vermelerde kendini bulur. Söz vermenin önemimi, “yaşamın temel direkleridir söz vermeler, nasıl var olacağını verdiği sözde belirler insan “diye ifade eder. Kişinin karakteri, kim olduğu ya da kim olacağı, söz vermelerindedir. Söz vermenin zorluğunu ise zamana meydan okumaktır diye açıklar. Söz vermeyi ve sözünü tutmayı, geleceğe söz geçirmek olarak tanımlayarak, sözünü tutanı zamanı yenmiş kişi olarak tanımlar.

Dil ve çeviriyi anlattığı bölümde ise çeviriyi bir dile-getirme olarak ifade ederken, dil çevirdiklerinin toplamıdır diye tanımlamalar.

Konuşmaların dile kattığı zenginliği anlatırken, konuşmaların sadece bilgi vermesini saçma bulup,” bilgisi olmayanların söyleyecek sözü yok mu “sorusuyla sarsar okuru. Uyuyor musun sorusuna “uyuyorum” diyen biri nasıl uyumadığını kanıtlamış olursa, konuşanda salt konuşmasıyla yalnızlığının ötesine geçtiğine vurgu yapar.

Dili anlamayı anlatırken ise, dilin anlamlarından koparılamayacağını “dilin sadece adlar değil, son ekler, çekim katkıları gibi dilde ne varsa her şey anlamlardan, anlam bütünlerinden oluştuğuna vurgu yapar. Anlam ve anlamsızlık ilişkisini bir “koparılmazlık” olarak tanımlar.

Dilin arıtılmasında, dili arıtmanın dile inme olduğu vurgusuyla dilden dile geçen sözcüklerden hangilerinden vazgeçilebilir diye sorar.

Dilin dünya görüşünde “dünyagörüşü” dilde yansır der. Sözcüklerin dile getiremediğini dünya görüşünün varlığından söz edebilir miyiz?

Benzersiz bir bakış açısı ile “dil mi düşünce mi” hangisi önce gelir sorusuna yanıt ararken bir ayrılmazlık vurgusu ile “dilim düşüncelerimi düşüncem dilimi yoğuruyor” düşünürken dilin kılavuzluğundan yararlandığını, sözcüklerin çağrısıyla düşünme iklimine geçtiğini ifade eder. Düşüncenin, dilin çizdiği yolda düşüncenin aktığına vurgu yapar.

İnsanı hayvandan ayıran dil özelliklerini, insan olmanın tanrı vergisi vurgusuyla açıklayarak, dil tek kişilik değildir; dil, insan-nesne, insan-insan ilişkisini bir arada tutan, her “ben”i görünmez bağlarla sayısız “sen” lere bağlayandır şeklinde ifade eder.

 “Susmak” başlığında dilin gücü kendini susmalarda bulur. Susmakta bir bakıma konuşmadır. Örneğin eski Mısırlıları Tanrı Thot’ a susmak üzerinden şöyle seslenir.

Sen ey çölde susamışların pınarı, laf edenlere gizli,

Susanlara açıksın. Susan pınarı bulacaktır.

Susmanın dünyanın çok farklı coğrafyalarında erdemle, mistizm’ de kutsallıkla ödüllendirmesini vurgular. Tanrı’ya mı yöneldin, kes öyleyse dışla ilişkini, şu ölümlü yeryüzünün gürültüsünden, patırtısından, sıyır kendini ki böylece derinleşebilesin. Prof. Uygur yazmayı, susma erdeminin sözcükleri olarak tanımlar. Kitabın devamında, o zarif yazın diliyle karşı çıkar susmalara ve hem doğunun hem batının bilginleri konuşan kişilerdir. Bilge olmanın yolunun konuşmaktan geçtiğini ifade eder. Antakya’lı Publilus’un, “Susma aptalda bilgelik yerine geçer” sözüyle de ifadesini güçlendirir.

Bilgelikte susmanın yerini açıklarken “bilgelik ölçü işidir” ve sözü değerinden etmemenin önemine vurgu yapar. Kişi hem susarak hem konuşarak sözünü yürütür ifadesiyle, övgüyü konuşmasını bilen susmanın saltanatını kurar diyerek yapar.

Her bölümünde yaşama, konuşmaya, susmaya, dil karakteristiğine vurgu ile sizi bir kıyıdan bir kıyıya tadıyla, tuzuyla, keyfiyle taşır “dilin gücü”. Bir okumalık değildir, başucunda ve ihtiyaç duyduğunda kullanılacak kaynaktır. Kitabı seven, felsefe yapmaya kafa yoranlara kaynak olma özelliğini taşımaktadır.

Ayşem Kaya

23.01.2021

Önceki İçerikMindfulness An’da Olmanın Sihri
Sonraki İçerikKitap-Dizi İnceleme: The Queen’s Gambit
Aysem Kaya
Daimi şiirinde “Ne olsa kışın sonu bahardır” demiş. Bende İstanbul’da bir Mart ortası dünyaya geldim. İlk, orta lise eğitiminden sonra İstanbul Üniversitesi tüm yaşantımı kapladı.2018 yılında üniversite bölündükten sonra İÜ-Cerrahpaşa ile moleküllerin, reaksiyonların bize söylediği sağlık şifrelerini çözmeye devam ediyorum. Yüksekokulda farklı disiplinlerin akademik eğitimde rol almak keyifli, eğitici ve oldukça öğretici bir süreç olarak hayatımı dolduruyor. Yazmayı, okumayı, neşeli şarkılar söylemeyi seviyorum. Kız çocuklarının eğitimini toplumu yönlendiren kadındır duygusu ile önemsiyorum. Sosyal fayda olarak kız çocuklarının eğitimi ve toplumda satranç eğitiminin yaygınlaşması için dernek çalışmalarına devam ediyorum. Ben kendimi yaşam boyu öğrenen, öğrenci gibi görmeyi seviyorum. Öğrenme yolculuğumda “taşı kıran suyun sürekliliğidir” felsefesi ile hayata ve kendime kararlılıkla yol alıyorum.