Çayınızı Nasıl Alırdınız?

Televizyon izlemekten nefret eden bir nesli televizyona bağlayan haberler sayesinde ben de yıkıldım. Ah be memleketim…

Tarihinde başına gelmeyen kalmayan bu millet yine ayakta ondan şüphem yok, yok da bizi baltalayan her bir olayda hemen her şeye inanıp koşturmasak mı? Şu koordine olma olayını neden hep geç yaparız? Gereksiz meşguliyetlerle birbirimizi yorarız. Afetlerle karşılaşınca gerekli olan neyse o yapılır hepimiz biliriz ama nedense tuhaf olaylarla da karşılaşmıyor değiliz hani. Yangın her yeri sarmışken atılan çaylar misali…

Gel de şimdi alakaya çay demle!

Allah’tan sonunda doğruyu bulup birlik beraberliğimizi korumakta üstümüze yok, şükür!

İtiraf edeyim kahveciyimdir ama madem çay içeceğiz o zaman sohbetle demlenen çayları tercih ederim. Tutkunun, umudun rengiyle harmanlananları… Haberleri izleyip şok olunca geçtim klavyenin başına başladım konuşan hikayemi yazmaya!

Bu yaşadığımız yangın felaketi bana Pandora ve onun gizemli kutusunun hikâyesini hatırlattı. Gelin bu sefer mitoloji üzerinden anlamaya çalışalım durumu.

Aranızda Pandora’nın Kutusunu duymayan yoktur sanırım. Ancak gelin görün ki içinde ne olduğunu bilen azdır. O zaman anlatayım da okuyun o halde…

Efsaneye göre Pandora, Zeus tarafından ona karşı gelen Prometheus ve onun yarattığı erkek insanların cezalandırılması amacı ile yaratılan ilk dişi insandır. Dişilerin her biri Pandora’dan türer. Zeus o kadar kızmıştır ki Pandora’ya Afrodit’in güzelliğini, Minerva’nın çekiciliğini, Hermes’in kurnazlığı, Athena’nın bilgeliği ve diğer Tanrıların öne çıkan tüm özelliklerini bahşetmiştir. Böylece önceden yaratılmış ve kendisine karşı gelen erkek kavminden daha üstün olan Pandora ne ilginçtir ki “ceza” olması gereken yerde aşk sevgi ve tutkuyu da beraberinde getirmiştir. Zamanla iki cins arasındaki etkileşim artmış ve ilişkileri birlikteliğe dönüşmüştür. Bunun üzerine Zeus Pandora’ya içine tüm kötülükleri koyduğu bir kutu teslim eder. İnsanlığın merakını bildiğinden eninde sonunda onu açacağını ve tüm kötülükleri dünyaya salacağını umar. Düşündüğü gibi de olur. Pandora merakına yenik düşer ve ne kadar dirense de kutuyu eninde sonunda açar. Tüm kötülükler dünyaya salınınca kutunun içinde sadece umut kalır.  Pandora ve eşi Epimetheus umudu besleyerek kadın ve erkekler arasında yayar sonunda dünya yaşanılır bir yer haline gelir. Böylece yeni umutlu ve bilge nesiller yetişir.

Şimdi bu hikâyeyi niye yazdın demeyin. Kadın erkek mevzusu da değil olayımız. İşin özü şu ki tüm kötülükler yine biz insanoğlunun içinden. Doğal afetlerin bile sorumlusu artık doğal kalmadı. Her yerde bir kötücül insanın akıl oyunu ve ortalığı karıştıran parmağı mevcut. Doğayı da bozan biziz, şartları zorlayanda. Ne cinayetler eksik kaldı ne katliamlar. Ancak her şeye rağmen kutumuzda hala umut var. Karanlık etrafa saçılmış olsa da yaşadığımız sürece umut ışığı hep olacak. Önemli olan bir olmak, birlik olmak. Bu hem aile içinde hem de milletçe yapılacak bir şey. Burada Nazım Hikmet’in de bir vecizesini hatırlatmadan geçemeyeceğim: “Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak!”

Madem bu hayatta şeytanımız bol ve biz sürekli umuda sarılıp yaşıyoruz o zaman yolumuza çıkan taşları savurmayı bilip yoldan şaşmamalıyız. Demem o ki arkadaşlar ben yazımı hazırlarken umuda sarılıp yazdım. Yardımlaşan milletime, eğriyi doğrudan ayırma sabrını dilerim. He bu arada siz koltuklarınızda oturup okurken ben sohbet çaylarını demledim.

Peki siz çayınızı nasıl alırdınız?

Burcu Ertürk

Önceki İçerikAğacı Sev, Yeşili Koru
Sonraki İçerikFundación MAPFRE’den Uluslararası Fotoğraf Yarışması!
Burcu Ertürk
1980 yılında İstanbul’da doğan Burcu Ertürk, Uludağ Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi mezunudur. Londra’da iki yıllık eğitim aldıktan sonra özel bir firmada bütçe ve finans konsadilasyon dairesinde uzman yardımcısı olarak çalıştı. Yıllar boyunca hobi olarak araştırma ve deneme yazıları yazan Ertürk aynı zamanda toplumsal dayanışma derneklerinde gönüllü yardımlaşmada bulundu. Bu süre zarfında şahit olduğu ve dokunabildiği hayatların seslerine daha fazla kayıtsız kalamayıp 2017-18 yıllarında radikal bir karar vererek kadın ve toplumsal şiddet olaylarını inceleyerek topladığı gerçek hayat hikayelerinden yola çıkan romanlar yazmaya başladı. Şu an için dört romanı bulunan Burcu Ertürk, insanların hayatlarına daha yakından dokunabilmek ve seslerini duyurabilmek adına özellikle kadın meselelerini konu alan ilk romanı Yade’yi 2020 de yayımladı. Yakında ikinci romanı yayımlamak üzere çalışmalarına devam etmektedir. İdeali gerçek hikayeleri kaleme alarak okurlara ulaştırabilmek olan Burcu Ertürk hala İstanbul’da yaşamaktadır. “Çok istedim kalemi kırmayı ama o inatla yazdı.”