Başarılı Heykeltıraşın Gölgede Kalan İzdüşümü

Lacivert gözlerinin yanı sıra başarılarıyla dikkat çeken, korkusuzca harekete geçen, boyun eğmeyen ve ne acıdır ki son otuz yılını akıl hastanesinde geçiren, taşları dans ettiren kadın, Camille Claudel. “Bu kadar yalnız kalmayı hak edecek ne yaptım?” diye soruyordu. Akıl hastanesinde geçirilen koca otuz yıl boyunca bir kez bile heykel yapmasına izin verilmeyen, taşlara estetiği ve hareketi kazandıran kadın. Gerçekten bunları hak edecek ne yapmıştı? Sonu hazinle biten bir başarı hikayesinin baş rol oyuncusu. Fakat bu hikâye kurgu değil gerçek.

8 Aralık 1864 yılında Fransa’nın Aisne kasabasında doğan heykel sanatçısı o günün şartlarına en çok da erkek hegemonyasının hâkim olduğu düzene boyun eğmeyerek mesleğinde başarılı olmak için çok emek verir. Bu emekler sonucu ortaya çıkardığı eserlerle kendinden dahi diye bahsettirmeyi başarır ve erkeklerin dünyasına kendini zor da olsa kabul ettirir.

Devleşen Yetenek

Çocukluğundan itibaren çamura şekil vererek olağanüstü yeteneğini gözler önüne serdi. Ailesi Onun çamurdan yaptığı heykellere olan merakının gelip geçici bir heves olduğunu düşündü. Fakat Caludel’in içindeki yeteneği ve tutkuyu söndürmeye hiç niyeti yoktu. Annesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen babasının desteğini alarak, ailesi ile birlikte 1881 yılında Paris’e yerleşti. Çok az sayıda kadının kabul edildiği, okulun kadın öğrencileri arasında Modigliani’nin ilham perisi Jeanne Hébuterne’nin de bulunduğu Calorossi Akademisi’nde eğitim aldı.

Claudel’in ilk hocası Alfred Boucher’in 1882 yılı sonbaharında İtalya’ya gitmek için yerini geçici olarak arkadaşı Auguste Rodin’e devretmesiyle Claudel, Rodin’den ders almaya başlar. Yaşamının bambaşka bir yöne evrileceğini bilmeden…İlhamla yeteneğini birleştirerek birbirinden başarılı eserler ortaya çıkardı. Heykel gibi sert ve zor bir sanatı, estetik ve çekici bir hale getirerek takdir kazandığı kadar, kıskançlık da kazandı. Meyve veren ağaç taşlanır misali Claudel de devleşen yeteneği karşısında taşları bir bir hanesine yazdırdı. Fakat bir süre sonra ürettiği eser sayısı giderek azalmaya başladı. Bu dönem tam da Rodin’le ilişkilerinin ortak çalışmaya ve aşka dönüştüğü dönemdir. Claudel için her ne kadar düşüş dönemi olsa da Rodin için yükseliş dönemidir. Aynı zamanda unutulmaz eserlerini ortaya çıkardığı dönemdir. Claudel’in etkilerinin açık açık görüldüğü ‘Cehennemin Kapıları’ adlı eseri birlikte yapmalarına rağmen Claudel, Rodin’in gölgesinde kalmaktan kurtulamadı. Başarılı heykeltıraş baş kaldıran, boyun eğmeyen ve bağımsız ruhunu burada da ortaya koyarak 1898 yılında Rodin’den ayrıldı. Çünkü devleşen yeteneğini bu düşüşten kurtarıp, tek başına eserler üretmeye kararlıydı. Vals, Klotho, Olgunluk Çağı, Kayıp Tanrı, Geveze Kadınlar, Sakuntala gibi birbirinden etkileyici eserleri sanat severlerle buluşturdu. Bu eserler o kadar başarılıydı ki, baktığınız da fısır fısır konuşan kadınların seslerini duyabilir, birbirine tutkuyla bağlı çiftin dansını sonsuza dek izleyebilir hatta oynayan çocukların kahkahalarını yanı başınızda hissedebilirdiniz.

Karşılığında bir beklentisi olmaksızın daha çok üretmek ve heykeltıraş sanatını daha çok kişiye duyurmak istiyordu. Hatta 1906 yılında açtığı sergide şöyle der: ‘Ben hayatı seviyorum, aşkı, umudu, ödülsüz olsalar da…’

Akıl Hastanesi Yılları

Claudel’in 1906 yılından sonra sağlığı bozulmaya başlar. Binbir zahmet ve emekle ortaya çıkardığı eserlerini paramparça eder. Kalan ömrünün de paramparça olacağından habersiz… Rodin’in desteği ile ailesi Claudel’in akıl sağlığını kaybettiğini iddia ederek 1913 yılında bir daha çıkarılmamak üzere akıl hastanesine kapattırır. Sağlığının bozulmasının arkasında o kadar çok neden vardır ki; en başta Rodin’le olan karmaşık ilişkisi, ondan hamile kalışı, bebeğini düşürüşü, ailesinden destek görmeyişi, yapıtlarıyla dahi diye adlandırılsa da devleşen yeteneğinin hak ettiği yerde olmayışı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi başarılarının gölgede kalışının karşılığında, Rodin’in Claudel’in eserleriyle birebir benzerlik gösteren eserler ortaya koyarak başarı elde edişi. Onu günden güne çıkmaza ve çaresizliğe iter, ruhu yaralanır. Takvimler 19 Ekim 1943’ü gösterdiğinde belki de sadece sonbahar yapraklarının yas tuttuğu akıl hastanesinde gözlerini yumar.

Rabia Çolak

Önceki İçerikBir Ressamın Tuvalinden Venedik Manzaraları
Sonraki İçerikYaz Tatili İçin Nerelerden Günlük Kiralık Villa Kiralanabilir?
Rabia Çolak
Hayatımın en güzel iki eylemi yazmak ve okumak. Yazarken ve okurken dünya bir süreliğine sessizliğini koruyor. Dünya sessizlik anını yaşarken ben hayallere dalıyorum. Hayal kurarken de bir şeyler öğrenebileceğimi biliyorum çünkü. Bu yüzden var olduğum süre boyunca hep öğrenci kalmaya talibim. Sanat ,edebiyat ,flamenko , tarih, arkeoloji ilgi alanlarım arasında yer alıyor. Çok yönlü bir kişiliğim olsa da tek bir alanda, finans alanında uzun yıllar sektör deneyimi elde ettikten sonra sanat tarihi üzerinde araştırmalar yapmaya başladım. Şu an Gebze Teknik Üniversitesi’nde ekonomi yüksek lisansı yapıp, eş zamanlı olarak İtalya’da bulunan Bari Üniversitesi’nde Prof.Mariantonietta Intonti’ nin yürüttüğü ‘Sürdürülebilirlik Finans’ çalışmalarında gönüllü araştırmacı olarak yer alıyorum. Sanat tarihine olan ilgimi ekonomi eğitimimle harmanlayarak araştırmalarıma sanat ekonomisi üzerinden devam etmek hayallerim arasında. Pablo Picasso’nun da dediği gibi ‘Hayal ettiğiniz her şey gerçektir.’