Bundan tam 60 yıl evvel bu dünyaya veda eden büyük şair, edebiyatçı, düşünür Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Türkiye hakkında olağanüstü bir tespiti vardır: “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.”
Bugün, güzel ve yalnız ülkemin durumuna baktığımda pek de bir şeyin değişmediğini üzüntüyle görüyorum.
Z nesli olarak tanımlanan 2000 yılı sonrası doğan gençliğin uğraştığı sorunlarla önceki nesiller de çok uğraşmıştı. Kaos devam ediyor.
Peki biz, sorunları neden çözemiyoruz? Problemler nasıl kronik hale geliyor?
Aslında bunun sebepleri muhtelif. Bununla beraber sorunları çözememek ya da hep aynı sorunlarla karşılaşmak bir Şaman sözünü akla getiriyor: “Sen öğrenene kadar hayat ders vermeye devam eder.”
Demek yaşananlar hakkında bir ders çıkarma meziyetimiz yok, olamıyor. Buna paralel bir diğer sebep doğru sebep-sonuç ilişkisi kuramıyoruz. Kök nedeni bulamadığımız hiç bir sorunu çözemiyoruz. Hep aynı dertlerle uğraşıp duruyoruz. Çözemediğimiz kronik sorunlar umutsuzluğu beraberinde getiriyor. Kurucu liderlerin bu ülkeye en büyük faydaları belki de “böyle gelmiş böyle gider” anlayışını nispeten kırmaları olmuş.
Bugün Gezi Davası sonuçlandı. Gezi olaylarını çözmeye çalıştım. Her iki tarafı da anlamaya çalıştım. Kendimi bu konuda başarılı göremiyorum.
Ancak şunu fark edebildim. Yıllarca süren davalar, alınan kararların bozulması, yeniden yargılamalar, üzüntüler, haksızlık duygusu, isyanlar.
Adaletin duygusal yönünü bir yana içim sızlayarak bırakırken başka bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Prof. Dr. Selçuk Şirin’in ifadesiyle: “Adalet, sofradaki ekmektir.” Bir taraftan düşünüyorum da Tanrı anlamında “Hâk” ile hak etmek eyleminin aynı kökten gelmesi, bu kavrama bir kutsallık katmıyor mu? Daha özen gösterilmesi gereken bir kavram olarak karşımıza çıkmıyor mu?
Bir ülkede en büyük adalet saraylarını yapmak, adalet mekanizmasının hantallığını, toplumsal huzursuzluğun büyüklüğünü göstermiyor mu? Bu övünülecek bir şey midir?
Son 50 yılda yaşananlar hakkında çocuklarımıza ne söyleyeceğiz? Yaşanan tüm sorunlarda, okyanusta damla bile olsak, sorumluluğumuz yok mu? Daha yaşanabilir dünya ve ülke için neler yapmalıyız? Artık ussal bir sistem otursa, insanca yaşasak, bilimle, sanatla, kültürle daha haşır neşir olabilsek? Güzel ülkemde üç şeyi hakkıyla yönetebilsek; toprağımızı, denizimizi, yönetimin devrini. Büyük usta Tanpınar’ın söylediğinin üzerine çıksak nasıl olur?
Ve çocuklarımız, torunlarımız şunu söylese: “Bizimkiler de nelerle uğraşmışlar, iyi ki de uğraşmışlar. Yaşanabilir bir ülke bırakmışlar bize.”
Hatta biz de gerçek anlamda şunu desek: “Nereden nereye?”
Ne dersiniz? Olası mı?
Anıl Akın