Vincent Van Gogh ve Boya ile Harmanlanmış Kelimeler

Ah, kelimeler… Bazen peşine takılıp dans ettirecek kadar güzellerken, bazen uçurumun kenarına sürükleyecek kadar hoyrat olabiliyorlar. Ve kelimeleri iletmek… Bazen saatlerce konuşarak iletilirken, bazen kuytularda kalan saklı duyguları kâğıda dökerek iletilirler. Kâğıda dökülen kelimeler cümlelere dönüşüp kocaman bir dünya oluştururlardı. Oluşan bu kocaman dünya ise mektuplardı. Belki de evrene açılan pencerelerdi. Mektuplarda yer alan kelimelerin mürekkebe bulandığı yetmiyor gibi boyayla da harmanlanabiliyorlardı. Mavi ve kırmızı boyaya akıtılan göz yaşı mora, sarı ve kırmızıya akıtılan da turuncuya dönüşebiliyordu. Bazı mektuplar sanat eseri olacak kadar güzeldi. Ve bir ressam vardı.

Tüm benliğini, özlemini nefretini, mutluluğunu, heyecanını kelimelere döküp mektuplarla iletirdi sevdiklerine. Bazen içindeki en gizli kalmış yaraları yollardı kardeşi Theo’ya. Bazen binlerce mektuba binlerce resim döşeyip sanatsal fikirler almak için yollardı arkadaşları Paul Gauguin ve Emile Bernard’a. Yıllar sonra hayranlıkla izlediğimiz resimlerinin oluşum aşamalarını tek tek anlatırdı. Eskizlerindeki her bir adımı kelimelere dökerdi. Boya ile harmanlanmış kelimelerin ressamıydı. Bir mektubunda kardeşi Theo’ya ‘Senden başka içimi dökebileceğim arkadaşım yok’ diyecek kadar da yalnız. O sessiz çığlıklarını ilmek ilmek kelimelerle dokudu mektuplarına. Değeri yıllar sonra anlaşılmış olsa da o, dünya sanat tarihinde büyük bir öneme sahip olan Vincent Van Gogh’du.

Van Gogh’un Dünyasına Açılan Pencereler: Mektuplar

Bazen sanatsal sorunları tartışmak ve çalışmalarını diğer sanatçılarınkiyle kıyaslamak, bazen de gizli kalan sırlarını gün yüzüne çıkarmak için mektuplara ihtiyacı vardı. Belki de insanlarla yüz yüze konuşabilseydi, yazmak bu denli elzem olmayacaktı.

Vincent Van Gogh’un mektupları üzerine dünyanın en önde gelen uzmanlarından olan Dr. Jan Hulsker, bir keresinde bu konuda şöyle yazmıştı:

“Mektupları, Van Gogh’un yaşamı ve iç dünyası hakkında, başka hiçbir sanatçıda olmadığı kadar fikir sahibi olmamıza olanak sağlıyor. Mektuplar eşi görülmemiş bir biçimde resimleri üzerine kendi yorumlarıyla ışık tutuyor.”

“Şu anda zeytin ağaçlarında çalışıyorum, gri bir gökyüzünün sarı toprağa karşı farklı etkilerini arıyorum, yaprakların koyu yeşil notasıyla; başka bir zaman ise toprak ve yaprakların hepsi sarı gökyüzüne karşı morumsu, sonra kırmızı koyu sarı toprak, pembe ve yeşil gökyüzü. Bu beni sözde soyutlamalardan daha çok ilgilendiriyor. Hırsım gerçekten birkaç toprak parçasıyla, biraz da filizlenmiş buğdayla, zeytinlikler ve selvilerle sınırlı.”

Bernard’a yazdığı bu mektupla adeta boyaları kelimelerle harmanlıyor. Renklerin o büyülü dünyasını paletinden tuvale akıtmadan önce resimlerinde oluşturacağı düşsel yolculuğu kelimelere akıtıyordu. Gece siyah olan bir gökyüzü onun eserlerinde asla siyah kullanılmadan oluşturulabiliyordu. Karanlık olmayan gece tasviri çıkıyordu ortaya… Yeşili gri ile hüzünlendirip, acılarını düzensiz fırça darbeleri ile mühürlüyordu. Naif manzaralarda turuncu tarlalar oluşturabiliyordu. Renk motifleri O’nun resimlerinde sınırsızdı. İlhamı boyalar ve kelimelerdi. Yazar Pascal Bonafoux’un dediği gibi ‘Vincent, yazdıkça resim yapıyor. Boyadıkça yazıyordu.’

Bir başka mektubunda ise kardeşi Theo’ya 1889 yılında tamamladığı eseri Buğday Tarlasında Orakçı’yı anlatırken resimle birlikte kendi iç dünyasına ışık tutuyordu:

‘Açık havada çalışırken, rüzgâra, güneşe, gelip geçenin meraklı bakışlarına maruz kaldığından, elinden geldiğince bir şeyler yapıyorsun, tuvali, üstünde fazla düşünmeden, öyle dolduruyorsun. Ama işte o zaman gerçeği, elzem olanı yakalıyorsun ki, bu en zoru zaten. Arada bir süre geçtikten sonra yaptığın etüdü yeniden ele aldığında bu kez fırça vuruşlarını nesnelerin yönüne göre ayarlıyorsun. O zaman daha uyumlu, bakması daha hoş bir resim oluyor elbette ve içindeki sükuneti, ne kadar varsa, neşeyi de ekliyorsun. Kendimi ilerde, belli bir başarı kazanmış bir ressam olarak gözümün önüne getiriyorum kimi kez; o zaman, burada geçirdiğim yalnız ve kötü günleri, ekin biçen köylüleri hücremin demir parmaklıkları (akıl hastahanesi günleri) arasından seyrettiğim günleri özleyeceğimi düşünüyorum. Talihsizliğin de işe yarar yanları var.’

Eylül başı, 1889, Saint-Rémy (Fransa) 

Van Gogh ve Mektup Sanatı

Van Gogh on yıllık kısa ressamlık kariyerine 900 yağlıboya resim sığdırmasıyla ünlüdür. Çizimleri ve suluboyaları da zaman içinde çok iyi bilinir hale gelmiştir. Hem Theo’ya hem de başkalarına yazdığı mektupların pek çoğuna, tekniğinin nasıl ilerlediğini gözlemlememize yardımcı olan, çizimler de eklemiştir. Tüm ressamlık yaşamı boyunca kardeşi Theo ile sıcak ve sevgi dolu bir mektuplaşma içinde olurken,1950’li ve 1960’lı yıllarda popüler olan mektup sanatına birbirinden güzel örnekler armağan etmiştir. Yabana atılmayacak kadar başarılı mektup çizimleri ile Van Gogh mektup sanatına önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Arles’teyken, Paris’te yaşayan kardeşi Theo’ya mektuplar aracılığıyla sonbaharın renkleri için 100’den fazla boya tüpü sipariş etmiştir.

Mektuplarını görsel zenginlikle donatmıştır. Boya kokulu mektuplardaki çizimleri, ünlü yağlıboyaları kadar iyiydi. Çizimlerde, Van Gogh’un ressamlığının zaman içinde nasıl geliştiği ve sanatında gittikçe nasıl ustalaştığı kolaylıkla görülebilir. Mektup çizimlerinde çok ileri boyutta detay ve hatta renk kullanımı vardır. En güzel örneklerden biri ‘Vazodaki Gözlükotu’. Sonuç olarak, mektupların dokunaklı içerikleri ve birçoğunda bulunan zarif çizim başyapıtları, onları başlı başına gerçek birer sanat eseri haline dönüştürmektedir.2000’den fazla mektup yazdığı tahmin edilmektedir. Fakat günümüze kadar korunanların ve incelenebilir olanların sayısı ise 902’dir.Bunlardan 819’u Van Gogh’a aitken, 83’ü karşı cevap olarak ailesi ve arkadaşlarına aittir.

Mektuplardan, kelimelerden, boyalardan vazgeçmeyen bir ressamdı Van Gogh. Zihnindeki resimleri gün yüzüne çıkarırken seçtiği kelimeler, sırlarını paylaştığı kelimeler kadar samimiydi. Ve O’nun dokunuşları ile mektup sanatı hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. 

Kaynakça

https://vangoghletters.org/vg/letters/let628/letter.html

https://vangoghletters.org/vg/letters.html

https://www.vangoghmuseum.nl/en/art-and-stories/art

Önceki İçerikHıdrellez’de Neler Yapılır?
Sonraki İçerikAşk Deyip Geçme
Rabia Çolak
Hayatımın en güzel iki eylemi yazmak ve okumak. Yazarken ve okurken dünya bir süreliğine sessizliğini koruyor. Dünya sessizlik anını yaşarken ben hayallere dalıyorum. Hayal kurarken de bir şeyler öğrenebileceğimi biliyorum çünkü. Bu yüzden var olduğum süre boyunca hep öğrenci kalmaya talibim. Sanat ,edebiyat ,flamenko , tarih, arkeoloji ilgi alanlarım arasında yer alıyor. Çok yönlü bir kişiliğim olsa da tek bir alanda, finans alanında uzun yıllar sektör deneyimi elde ettikten sonra sanat tarihi üzerinde araştırmalar yapmaya başladım. Şu an Gebze Teknik Üniversitesi’nde ekonomi yüksek lisansı yapıp, eş zamanlı olarak İtalya’da bulunan Bari Üniversitesi’nde Prof.Mariantonietta Intonti’ nin yürüttüğü ‘Sürdürülebilirlik Finans’ çalışmalarında gönüllü araştırmacı olarak yer alıyorum. Sanat tarihine olan ilgimi ekonomi eğitimimle harmanlayarak araştırmalarıma sanat ekonomisi üzerinden devam etmek hayallerim arasında. Pablo Picasso’nun da dediği gibi ‘Hayal ettiğiniz her şey gerçektir.’