Özlemin Tadı…

Konuşan Hikayeler,

Yaklaşık beş sene önce kasımın sert yüzünü gösterdiği bir akşam, o zamanlar 14 yaşında olan oğlum Efe masamda çalışırken yanıma geldi. Elinde bir kâğıt bir yandan göz ucuyla bana bakıyor bir yandan masamın etrafında volta atarak canı sıkkın bir şekilde ağzında bir şeyler geveliyordu. Onu fark etsem de işime gömülmüş, vazgeçip gider herhalde diye düşünerek bilgisayarımla boğuşuyordum. Bir süre sonra baktım etrafımda kedi gibi dolanıyor işimi bırakıp ona kulak kesildim. Şiir yazmıştı. Belli ki toparlamaya çalışıyor ama bir yerde tıkanmış olmalı çünkü çıkış yolu arıyor gibiydi. Yardım istemekle istememek arasındaydı ve yanımda dolanması boşuna değildi. Sonunda dayanamayıp, “Nedir durum? Yardım lazım mı?” diyerek göz kırptım. Anlamıştı. Bu onun için yeşil ışıktı ve gözlerinin içi parlayarak, “evet çok iyi olur anne” dedi. Okuldan 10 Kasım ile ilgili şiir veya kompozisyon istemişler Efe’de aklınca şiirin daha kolay olacağını düşünmüş olacak ki şiir yazmayı tercih etmişti. Kâğıdı elime aldım. Ben yazdıklarını okurken o söyleniyordu.

Zaten lgs’ ye hazırlanıyoruz bu nerden çıktı ki şimdi? Beceremiyorum işte olmuyor…”

O sözlerini tamamlamadan yazdıklarının aslında ne kadar hassas olduğunu şiir tadında bir mektup olduğunu fark ettim. Sadece biraz toparlanmaya ve yolunu bulmaya ihtiyacı vardı. Ama başlığı dikkatimi çekmiş iç geçirmeme sebep olmuştu. Gelecekmişsin gibi…

 Yapmam gerekeni anlamıştım. Yolunu bulması için babaannemden yüzlerce kez dinlediğim kendi babasını anlattığı hikâyeyi aktarmaya karar verdim. Böylelikle kafasında bir şeyler canlanır ve altın dokunuşu yapabilirdi.

 “Efe’ciğim adın neden Efe biliyor musun?”

“Pek emin değilim…”

“Dinle o zaman. Benim babaannem ki sen kısa da olsa onu tanıdın, Atatürk öldüğünde 14 yaşındaymış. Yani senin şu anki yaşında. 10 Kasım’da eğer berabersek her soruşumuzda üşenmez uzaklara dalıp derin derin babasını anlatırdı. Yani gerçekten Ege’de çarpışan Mehmet Efe’yi… Kurtuluş Savaşı ve sonrasında yaşanılan tüm mücadeleleri anlatırken de yoktan var olmuş memleket türküleri mırıldanırdı. Atatürk öldüğünde dağ gibi düşmana set olmuş yıkılmaz dediği babasının haber gelince bahçedeki çınar ağacının dibine çöküp hıçkıra hıçkıra çocuk gibi nasıl ağladığından bahsederdi. Hatta o dahil bütün kasabanın nasıl sessiz bir yasa girdiğini… Babası ağlarken yanına gidememiş, onu teselli edememişti. Donup kalmış inanamamıştı. Babaannem Atatürk sayesinde kurtulmuş bir memleketin 14 yaşındaki ilk Cumhuriyet çocuklarındandı. O gün bulutlar ağlamayı hiç kesmedi, memleketin her yeri bulutlanmış yürekleri fırtına sarmıştı, derdi hep.

 Babaannemin bana aktardığı hikâyeyi anlatırken Efe sessizce kağıdına bakıyordu.

“Galiba ne yazacağımı anladım anne” dedi.

“O zaman şimdi kalemi eline al ve bana neler hissettiğini, bu hisleri ne ile anlatabileceğini yaz.”

Efe kalemi eline alıp biraz düşündükten sonra bir şeyler karalamaya başladı. Kaleminin ucundan kelimelerin dökülmesini izledim. Şiirini bitirdiğinde okuyup nizami bir şekilde düzeltip okula götürmesi için dosyaya koydum. Ertesi gün Efe okuldan geldiğinde biraz şaşkın biraz da hınzır bir ifadeyle, “anne ben galiba bir şey yaptım” dedi. Ne olduğunu sorduğumda,

“Şiirimi Türkçe öğretmenime teslim ettim. Her şey o ana kadar normaldi. Bir iki ders sonra beni öğretmenler odasına çağırdılar ve şiirimi İstanbul’da okullar arası yarışmaya sokacaklarını söylediler. Fakat Türkçe öğretmenimin gözü yaşlıydı. Sanırım okulu temsil edecek olmama şok olup gözleri yaşardı. Umarım başım belada değildir.” deyip güldü. Ona ben de eşlik ettim. Sonra aklıma onun sesinden şiirini dinlemediğim aklıma geldi.

“Efe şiirini bir de bana okur musun?”

“Anne bugün öğretmenler odasında kaç kere okuttular, sen de mi yaa!” diye hayıflansa da beni kırmadı ve o çatallı sesiyle okumaya başladı…

 

  Gelecekmişsin gibi…

 Özlemin tadı ayrı bugün

Tıpkı bulutun ağlaması gibi

Her 10 Kasım ayrı bir hüzün

Sanki her seferinde gidiyormuşsun gibi

 

 Hüznüm daha yoğun bugün

Yanımda olmayışının eksikliği

Yüzlerimizde mirasının aydınlık gülümsemesi

Kalbimde Mustafa Kemal’in ayak sesleri

 

 Korkmuyorum sayende

Özgürüm kuşlar gibi

Fikrim hür vicdanım hür Atam

Tıpkı senin söylediğin gibi

 

Gözlerim seni arasa da

Sözlerin hep kulağımda

Yaşıyorum hür vatanımda

Sanki bir gün gelecekmişsin gibi…

EFE URGAN

 O hafta Efe’nin şiiri İstanbul birincisi oldu ve valilik önünde katılan herkese kendi tarafından okundu. Efe şu an 17 yaşında ve hala okulunun web sayfasında, sosyal platformlarda şiiri duruyor. Ben onun sesinden şiirini ve diğer yazdıklarını ne zaman duysam haklı bir gururla ve tabii Atamıza özlemle doluyorum. Gururlanıyorum çünkü özleminin tadı ayrı olsa da bu memlekette milyonlarca genç onun ilkelerine sahip çıkıp aynı duygularla yetişiyor. Ve bu ilkeleri aktaran milyonlarca anne baba var. Biz nesil olarak layıkıyla görevimizi yapıyoruz, sıra onlarda. Sen rahat uyu Atam memleket emin ellerde, yarınlarımız da…

Burcu Ertürk

 

 

 

 

 

Önceki İçerikBursa’da Bienal Heyecanı Devam Ediyor
Sonraki İçerikKasım 2022 Güncel Tiyatro Etkinlikleri
Burcu Ertürk
1980 yılında İstanbul’da doğan Burcu Ertürk, Uludağ Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi mezunudur. Londra’da iki yıllık eğitim aldıktan sonra özel bir firmada bütçe ve finans konsadilasyon dairesinde uzman yardımcısı olarak çalıştı. Yıllar boyunca hobi olarak araştırma ve deneme yazıları yazan Ertürk aynı zamanda toplumsal dayanışma derneklerinde gönüllü yardımlaşmada bulundu. Bu süre zarfında şahit olduğu ve dokunabildiği hayatların seslerine daha fazla kayıtsız kalamayıp 2017-18 yıllarında radikal bir karar vererek kadın ve toplumsal şiddet olaylarını inceleyerek topladığı gerçek hayat hikayelerinden yola çıkan romanlar yazmaya başladı. Şu an için dört romanı bulunan Burcu Ertürk, insanların hayatlarına daha yakından dokunabilmek ve seslerini duyurabilmek adına özellikle kadın meselelerini konu alan ilk romanı Yade’yi 2020 de yayımladı. Yakında ikinci romanı yayımlamak üzere çalışmalarına devam etmektedir. İdeali gerçek hikayeleri kaleme alarak okurlara ulaştırabilmek olan Burcu Ertürk hala İstanbul’da yaşamaktadır. “Çok istedim kalemi kırmayı ama o inatla yazdı.”