Beyoğlu’nun tek kadın sokak çalgıcısı ve Çiçek Pasajı’nın biricik kızı: Madam Anahit
Ben Madam Anahit olarak tanınırım ama asıl adım, Anahit Yulanda Varan (Anahit Kuyrig). Talimhane’de eski Niagora Manavı’nın karşısındaki evde doğdum. Ermeni cemaatinin tanınan soylu ve varlıklı bir ailesinin mensubuyum. Ailem yazları, Heybeliada’da geçirirmiş. Boğaz’da yalıları varmış. Annemin babası hazine-i hazıra da müfettişmiş, ağabeyi Vosge Apeğa da öyle vaazlar verirmiş ki kiliseden çıt çıkmaz, söyledikleri günlerce konuşulurmuş evlerde. 1953 yılında alkolden vefat etmiş.
İlk öğrenimimi Anarat Hığutyun Katolik Okulu’nda okudum. Şimdi burası Taksim Sanat Evi oldu. Lise eğitimimi Esayan Ermeni Okulu’nda aldım. 16 yaşında lise ikinci sınıftayken, okul korosuna katılarak müziğe başladım. İlk gençlik yıllarım adada geçti, orada Rum bir komşumuz vardı, oğlu çok güzel akordeon çalardı. Mahvederdi beni, özenirdim. Sevgili annem ısrarlarıma dayanamayıp Yüksek Kaldırım’da Papa Yorgi isminde müzik aleti, nota, vs. satan birinden Hohner marka, kullanılmış, beyaz renkli bir akordiyon aldık. Fiyatı 170 liraydı. Ardından doğru Saint Antoine’a, koydum akordeonumu minberin önüne, adağımı yerine getirmiştim; dua ettim.
Papa Yorgi aracılığıyla tanıştığım zamanın ünlü hocası Arto Benon’la derslere başlamıştım. 4 altın bir ders, o zamana göre büyük para. Önce baver-çerçin ve sonra da bir sürü metot üstüne çalıştım. Yetenekliydim, çabuk öğrendim. Benon Bey’den alacağını almıştım, hoca değiştirdim. Nora Dırızyan hocam oldu, sonra da ilk kocam. Nora çok değerli bir müzisyendi. Akordiyon, kontrbas, piyano çalardı. Samsun, Ankara gemilerinde çaldı, uzun bir süre. Büyükdere’de Beyaz Park’ta çaldı. 17 sene evli kaldım. Çok sinirliydi, her şeyime karışırdı; yok küpe takma, yok şunu giyme. Baktım olmuyor, boşadım onu. Sonra “Solak Hüseyin” diye bir müzisyen vardı. O da iyiydi, onunla evli kaldım bir süre. Onu da boşadım, tekrar evlendim, yine olmadı. Dördüncü kez yine ilk kocama döndüm. Öldü, çok içerdi. Sonra bir talibim daha oldu. Kim biliyor musunuz? Fahrettin Aslan’ın şoförü. 15 yıldır severmiş beni. Olmadı, kısmet. Güzel olan her şeye âşık olurdum. Sanatçıyım ya… Platonik aşklar yaşardım. En son Çocuklar Duymasın dizisindeki Tamer Karadağlı’ya aşıktım; çekiciydi…
İlk iki evliliğinden iki oğlum oldu; Onnik ile Berç. Ve iki kız torunum. Çok istememe rağmen ailede müziğe ilgi duyan başka biri çıkmadı. Evimin duvarlarında Ayhan Işık Zeki Müren, Sadri Alışık, Kemal Sunal ve Yılmaz Güney’in fotoğrafları vardı. Hepsi de iyi insanlar, iyi sanatçılardı, beni de çok severlerdi. Şimdi hepsi benim gibi mazi oldular. Babanın Suçu, Adalet, Yalancı Yarim, Cennet Çocukları, Kadın ve Şarap, Faize Hücum, Bay Alkolü Takdimimdir, Arkadaş, 24 Saat, Öğretmen gibi birçok filmde biraz rol gereği, biraz figüran olarak yer aldım. Hollanda Televizyonu’nda yaşam öyküm yayımlandı. Aşkın Nur Yengi’nin ve Grup Gündoğarken’in çektiği kliplerde de rol aldım. Gençken, Johnny Weissmuller çok sevdiğim, hayranı olduğum bir aktördü; hep yalvarırdım anneme beni onun filmine götür, diye. Şu feleğin işine bak, İstanbul’a, Çiçek Pasajı’na gelsin, beni tanıştırsınlar ve döne döne dans edelim. Ertesi gün bütün gazetelerin sayfasındaydım. Hey gidi günler… Bir keresinde yolu Çiçek Pasajı’na düşen Nebil Özgentürk’e “Nebil Beyciğim, sahneye çıkıyoruz, ağzımız bir karış açık şarkılar söylüyoruz, paraya kıyıp 32 dişimi beyazlattım. Nasıl?” diye gülerek anlatmıştım. Hey gidi günler hey!
Parlak kırmızı rujumu sürmeden son günüme kadar asla çıkmadım sokağa. İstanbul tangoları, Rum kasap havaları ve Ermeni taverna şarkıları çalıyordum. Edith Piaf çalıyorum, düşünebiliyor musunuz? La vien rose, Yıldızların Altında’yı çalıyordum. Marlene Dietrich’in oynadığı filmde seslendirdiği Lili Marlen şarkısını akardiyonla çalıyordum. Beyoğlu ve Çiçek Pasajı belgesellerinde çokça yer buldum, Beyoğlu fotoğraflarının simgelerinden biri oldum. İstanbul meyhane kültürü arşivi yapılsa en çok fotoğrafta yer alan kişi unvanı benimdir herhalde. İnsanlar, Çiçek Pasajı ya da Nevizade’de eğlenirken çektirdikleri fotoğrafları albümlerinden çıkartıp bakacak olsa mutlaka beni ve akordeonumu fotoğrafın içindeki bir yerde görebilirler.
Bedrettin Dalan döneminde Tarlabaşı’ndaki evim yıkıldı. 1988 yılında devletten paramı alamayınca ev sahibiyken kiracı durumuna düştüm. Fakirlik başladı… Kazancımı da harcıyordum. “Cebi delik şöhret” derlerdi bana. Çok iş teklifini geri çevirdim. Müşteri seçerdim. Hoşuma gitmedi mi, iyi para verseler de çalmazdım. Kaset çıkarma hayallerim yoktu ama tanınmak hoşuma gidiyordu; kimin gitmez ki? Hep sevildim, gül yaprakları döküldü başımdan aşağı. Hiç unutmam, Beyoğlu’nun önemli günlerinden biriydi. Eski belediye başkanı Aytekin Kotil, çok severdi beni. Kiliselerde aramış, saatler sonra “Üç Horan”da buldu beni. Güzel bir gündü, alkışlar içinde akordeonumla belediye bandosuna eşlik etmiştim. Hayvanları çok severdim. Osmanbey’de bulunan Hayvanları Koruma Derneği`ne üyeydim. Toplantılara katılıyor, aidat ödüyordum. 6-7 Eylül olaylarında, yıllar boyu akordeon çalıp neşe verdiğim insanların nasıl da bir gecede vahşileştiğini, iki kadeh ardından “büyük adamların” nasıl da küçüldüklerini görmem, beni çok üzmüştü. Hayat işte…
Fakat aile yaşantımdan hiç taviz vermedim ve bunca yıllık gece yaşantım içinde içki hiç yer almadı. Sigarayı ise zaten sevmem, hiç bir kötü alışkanlığım olmadı. Mide kanseri oldum, sonrada kalp yetmezliğinden öldüm. Kader işte… Şişli Ermeni Mezarlığı’na defnettiler beni. Sevenim çoktu ama Üç Horan Ermeni Kilisesi’ndeki cenaze törenime yalnızca 30 kişi katıldı. Kendi cemaatim bile beni yalnız bıraktı; cenazem için saat vermediler, çocuklarım da hayranlarıma duyuramadı. Ayinimi şöyle noktalamıştı Beyoğlu Üç Horan Kilisesi rahibi Sahak Maşalyan, “Ölümü Ermeni cemaati için kayıp, cennet için kazanç oldu.” İşte o an hayat benim için yaşadığıma değmişti. Ölümümden yıllar sonra Sezen Aksu besteli, Mustafa Ceceli aranjeli, İrem Derici’nin Düşler Ülkesinin Gelgit Akıllısı isimli parçada andılar beni. Tanınmak hala hoşuna gidiyor.
Çiçek Pasajı’nın önünden geçerken Akordeoncu MADAM ANAHİT’i hatırlamamız, onu ne kadar mutlu eder kim bilir? Ya da sırf onun için oraya gitmek; masaları arasında kırmızı rujunu sürmüş, dolaşırken onu hayal etmek…
Kaynak: Cezmi Ersöz, “Son Yüzler” Kitabı
Oktay Valunya