Kariyer sohbetine bu ay, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin ve birçok mezunun yakından tanıdığı bir isim ile devam ediyoruz. Konuğumuz, işinde çok başarılı olan bir reklam grafik tasarımcısı ve aynı zamanda mesleğini öğrencileriyle paylaşan öğretim görevlisi (değerli hocam) Ahmet Kehri. Kendisiyle yaptıkları, deneyimleri ve meslek hayatında aldığı yol üzerine konuştuk.
Mesleğiniz ya da yaptığınız işi, bize kısaca tarif edebilir misiniz?
Grafik designer olarak otuzbeş yılı aşkın zamandır tasarım üretiyorum. Mesleğimin, iletişimin bir parçası olarak tarifi, çizgi ile haberleşmek anlamına gelir. Kısaca üreten bir çizgi çizecek, bu çizgiye bir espri, bir anlam verecek, bu çizgi çeşitli baskı teknikleriyle çoğaltılarak basılacak ve bu çizginin verdiği mesaj, o çizginin hedef kitlesini oluşturan kişi tarafından doğru olarak algılanacak…Üreticiden tüketiciye olan bu akışa biz “grafik” diyoruz. Her grafik ürünün ilk görevi bir mesaj iletmek, bir ürün ya da hizmeti tanıtmaktır. Reklamcılık bu tasarım alanını kullanır.
Şu an yaptığınız iş dahilinde, bir gün içerisinde neler yaparsınız?
Mesleğimin en önemli gereği olarak güne medyayı takip ederek başlarım. Günümüzün insanlara sunduğu en önemli teknolojik gelişme diyebileceğim internet ortamı sayesinde, bu durum gün boyu devam eder. Daha sonra gündelik iş planımı yaparak, müşterilerilerimden aldığım bilgiler doğrultusunda çalışmaya başlarım.
Çocukluğunuzda, hayalinizdeki meslek neydi? Öğretim Görevlisi olmayı ya da Grafik Tasarımla ilgilenmeyi düşünüyor muydunuz?
Henüz ilkokul dördüncü sınıfta iken abim 1968 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na girmişti.(Şimdiki adıyla Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi) O yıllarda grafikerlik Türkiye için çok yeni bir meslekti. Babamın, çevresindekilerin “Oğlun ne okuyor” sorusuna kan, ter içinde zorlanarak cevaplar verdiğini hatırlarım. Evimizde ailece sanata olan ilginin, bu mesleği seçmemde katkısı büyüktür. Özellikle de mesleğim boyunca sanatsal idolüm olan ağabeyimin. Düşünün, daha ilkokuldayken bahçe içindeki evimizin atölye olarak düzenlenen odasında siyah beyaz fotoğraf basardım.
Üniversite hayatımda da, öncesinde de öğretim görevlisi olmayı hiçbir zaman düşünmedim. Hocalarımın onca ısrarlarına rağmen… Ayrıca o yıllardaki bütün meslektaşlarım için geçerli olan piyasaya çıkmak ve kendimi orada kanıtlamak gibi hedeflerim vardı. Üniversite hocalığı meslekteki belirli bir olgunluktan sonra gündeme gelmiştir ve de tamamen tesadüf sonucudur.
Peki siz nasıl bir öğrenciydiniz? Okulda, ne gibi şeylere ilgi duyardınız?
Güzel Sanatlar Akademisine (Mimar Sinan G.S.Ü.), lise yıllarında sektörde çalışmış ve mesleğe aşina bir öğrenci olarak girdim. Yetmişli yılların ikinci yarısıydı.“İyi öğrenciydim” diyerek tevazu sınırlarını zorlamak doğru olmaz. Tabii okul bambaşka bir ortam. Mesleğinin doruklarında hocalar ve size sanat konusunda sunulan sonsuz olanaklar… Okulda öğrenciliği doya doya yaşadım diyebilirim. O dönem politik olarak Türkiye’nin çalkantılı yıllarıydı. Türkiye ve dünyanın akışı ne yöndeyse ve bir öğrenci ne ile ilgilenmesi gerekiyorsa onunla ilgilendim. Bölüm öğrenci temsilciliği, Tiyatro Kulübü oyuncu ve yöneticiği, müzik kulübü, okul takımında futbol, ilk aklıma gelenler. Ayrıca eğitim sistemi’nin iyileştirilmesi konusunda da çalışmalarımız olmuştur. Bir de, okulu iyi bir derece ile bitirdiğimi hatırlıyorum. Ne var ki, profesyonel yaşamımda ne okuduğum okulun neresi olduğu sorulmuştur bana, ne de bitirme derecem… Bir tasarımcı için bütün CV’in o an ortaya koyduğun üründür.
Sevdiğiniz dersler var mıydı? Güzel Sanatlar’ı okumaktan memnun musunuz? Aldığınız eğitim, size neler kattı?
Konusunda Türkiye’nin en tarihi ve en kurumsal okulu olan Güzel Sanatlar Akademisinde, özellikle de o yıllarda okumuş olmaktan son derece memnunum. Her ne kadar mesleğimin formatı, teknolojinin gelişmesiyle farklı boyutlara gelmiş olsa da, tercihim bugün de değişmezdi.
Mesleki derslerimizi destekleyen ve herbiri konularının üstadı sayılabilecek kültür dersleri hocalarımız vardı. Bu nedenle genelde bütün dersler zevkle geçerdi. Ayrıca Fındıklı gibi Boğazın en mutena semtlerinden birinin sahilinde yer almış bir okulda öğrencilik yapmak herhalde şansların en büyüğüydü. Akademide aldığım sanat eğitiminin kazandırdığı yaratıcılık, düşünce aktarımı, ifade özgürlüğü, el becerileri, kültür birikimi ve görme yetisinin gelişmesi yaşamımın her alanında kendini göstermiştir. Sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’nde almış olduğum eğitimin de az önce saydığım özelliklere katkısı büyüktür.
Keşke şunu okusaydım, diye aklınızdan geçirdiğiniz bir bölüm oldu mu?
Eşim, aynı okuldan mezun meslektaşım. Oğlum dahil ailede beş kişi aynı okul mezunu. Bu durum sorunuzun cevabını oluşturmuştur sanırım. Bölümüm ve dolayısıyla mesleğim konusunda olumsuz bir “keşke” sözüm hiç olmadı. Ancak bugün teknolojinin gelişmesi ile birlikte, bir grafik programıyla biraz haşır neşir olan ve iki tuşa dokunarak tasarımcı olduğuna inanan “meslektaşlarımızın!” sektörü dolduruyor olmaları, insanı üzmüyor da değil.
Öğrencilik yıllarınızda etkinliklerle aranız nasıldı? Katılır mıydınız?
Tüm okul hayatım boyunca ilkokuldan master eğitimimin sonuna kadar becerilerimin yeteceğine inandığım ne kadar etkinlik varsa, şartlar izin verdiği ölçüde içlerinde var olmaya çalıştım. Özellikle üniversite eğitiminde her öğrencinin mutlaka bir kültürel etkinlik içinde faaliyet göstermesini gerekli görürüm. Ek olarak, öğrenciliğim sürecinde profesyonel futbol oynadım.
Okuldan mezun olunca, kendi işinizi mi yapmaya karar verdiniz? Çalışma hayatınız nasıl gelişti?
Az önce de belirttiğim gibi, üniversite eğitiminden önce de sektörün içindeydim. Bu tecrübelerin mezuniyet sonrası profesyonel mesleki hayatıma büyük katkıları oldu.Yaklaşık on yıl Türkiye’nin önde gelen reklam ajanslarında sanat direktörü olarak çalıştıktan sonra kendi grafik stüdyomu kurdum. Yirmi yılı aşkın süredir de grafik sanatlar alanında meslektaşlarım olan ailemle birlikte üretmeye devam ediyorum.
Güzel Sanatlar ile ilgili bir alanda çalışıp çalışmama seçimini yaparken, nasıl bir süreçten geçtiniz?
Böyle bir süreci yaşamadım. Sadece öğrenciliği biraz uzatarak Akademi’den mezun olduktan sonra, mesleğime katkısı olacağına inanarak Boğaziçi Üniversitesi’nde Sanat Sosyolojisi konusunda master eğitimi aldım. Bu süreçte zaten iş hayatına başlamıştım.
Reklam yolculuğu, çalışma hayatınızda nasıl başladı?
Akademi öğrenimim boyunca hocalarımın eğitimime büyük katkıları oldu. Hayat içinde belirli duruşları olan ve kendilerini sadece hoca olarak değil, insan olarak da idol olarak gördüğümüz kişilerdi. Yıllar içinde çoğunluğu bizleri terk ettiler, hepsine rahmet diliyorum. Ancak itiraf etmek gerekirse, sektörden gelen bir iki hocamızın dışında grafik eğitimi, genelde sanatsal boyutta sürdürülüyordu. Sizin ise hayatınızı devam ettirebilmeniz ve sektörde tutunabilmeniz için reklam grafiğini bilmeniz gerekiyordu.
Bu anlamda mesleki grafik eğitimi piyasadan kopuk yürüyordu. Ve bizler bu eksiğimizi sektöre adım attıktan sonra çalışırken kapatmaya çalıştık. Kısaca hem ürettik, hem öğrendik.
Çalışma hayatınızda, örnek aldığınız birileri oldu mu? Kimler?
Şüphesiz oldu… İnsan, herhangi bir konuda gelişme göstermesi için kılavuzlara mutlaka ihtiyaç duyar. Dünyadaki büyük gelişmelere imza atan kişileri incelediğinizde hayatlarında mutlaka kendilerini hedefe taşıyan aktörlerin var olduğunu görmek mümkündür. Benim açımdan ilk sırada mesleğimi seçmemde mesleki idolüm olan ağabeyim geliyor. Daha sonra da Dünyada ve Türkiye’de isim olmuş, başarılı tasarımlara imza atmış meslektaşlarımı, ayrıca geniş reklam bilgileriyle ufkumun gelişmesine yardımcı olmuş, ajans yöneticilerini sayabilirim.
İş veya mesleki anlamda karşılaştığınız zorluklara örnekler verebilir misiniz?
Mutlaka her mesleğin kendine göre zorlukları vardır. Bizim mesleğimiz, içinde belli bir kültürü ve estetik alt yapıyı barındırmayı zorunlu kılıyor. Bu durum, tasarımı talep eden “para sahibi” kişiyle, bunu üretecek kişi için geçerli. Ancak terazinin kefeleri arasındaki bu konuda oluşabilecek dengesizlik, bence zorluğun bir numaralı ana maddesini oluşturuyor. Hele ki, burjuva devrimini es geçmiş, cebinde parası olanın “ben kralım” dediği bir ülkede bu mesleği yapıyorsanız…
Kendinizi öğretmeye ve öğrencilere adamak, dünyanın en zor şeylerinden biri. Üniversitede Öğretim görevlisi olmaya nasıl karar verdiniz?
Ajans Ada’da beraber çalıştığım değerli arkadaşım Mehmet Yayınoğlu Marmara İletişim Fakültesinde öğretim görevlisi olarak ders veriyordu.Sektörden biri olarak o hafta, dersi benim vermemi rica etti. Sonrasında öğrencilerden gelen talep ve okul yönetiminin de ısrarıyla hocalığa adım attım. Hocalığı da, öğrencilerimi de çok ciddiye alıyorum, onları öğrenciden çok birer arkadaşım gibi görmeye özen gösteriyorum.
Ne kadar başarabiliyorum bilemiyorum ama, bilginin yanında hoca iddiasıyla kürsünün arkasında bulunan kişinin empati gücü yüksek, her davranışıyla örnek bir kişi olması gerekliliğine inanıyorum. Bilgi birikiminizi genç nesillerle paylaşmak, hiçbir beklentiniz olmaksızın verici olmanın hazzını yaşamak ve onları daha sonra sektörün üst basamaklarında görmek, tarifi imkansız bir duygu. Bu sayede binlerce dostum oldu. Aradan onbeş yıl geçmiş, buradan bu güne dek bana bu imkanı sağlayan, okulda yöneticilik yapmış akademik kadroya teşekkürü borç biliyorum.
Kariyerinizde kaldıraç ve kırılma anları dediğimiz anlar oldu mu? Bahsedebilir misiniz?
Mutlaka oldu ve şu an hatırlayamadığım birçok örneği de vardır. “Gecenin en karanlık olduğu zaman, sabaha en yakın zamandır” sözünü çok önemserim.
Bu anlattıklarınızın dışında, yaşamınızda başka rastlantılar, şanslar oldu mu?
Yaşamında savaşlar görmüş, en zor anlarında bile gülümsemeyi yüzünden eksiltmemiş; verici olmayı, alıcı olmaktan daima üstün bir meziyet olarak kabul etmiş, emeğin en yüce değer olduğunu yaşam felsefesi olarak gören bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya gelmek..
Sonrasında rastlantılar da oluyor şanslarda. Ama mutlaka bir kaç örnek derseniz…Eğitim hayatına, bir İstanbul hanımefendisi olan ilkokul öğretmenim rahmetli Kamuran Opan’la başlamak, şans…Ortaokulda diğer hocaların tüm ricalarına rağmen, “bu ona ders olsun” diyerek matematikten beni bütünlemeye bırakan rahmetli Remzi Ertan bey şans… küçük yaşlardan itibaren kendine olan güvenin gelişmesinde çok etkili olan beden eğitimi hocalarım ve buna bağlı olarak gelişen sportif başarılar, şans…
Ve belki de en büyük şansım, validemin amansız hastalığı nedeniyle Kartal Eğitim Hastanesinde yaşadığım üç sene….
Kendinizde beğendiğiniz güçlü yönleriniz var mı, hangileri?
Bu tür sorulara cevap vermek pek tarzım değil ama, yakın çevrem “zorluklar karşısında dirençlidir” derler, diyelim…
Peki kendinizi mutlu hissetmek için ne yapıyorsunuz?
En tatsız anlarda bile, bir espri veya komik bir olay varsa mutlaka gülerim…Ünlü Fransız besteci Claude Debussy “Gülmeyi bilmeyen insanlardan hoşlanmam, çünkü onlar ciddi değillerdir” demiştir. Doğru da demiştir.