Siz hiçbir resmin bağırdığını duydunuz mu? Yahut dinlediğiniz klarnetin deniz koktuğunu fark ettiniz mi? Okuduğunuz şiirin renginin mavi olduğunu mesela, biliyor musunuz? Sevdiğiniz şarkı, size kahve içmiş hissi verdi mi? Öfke duygunuzun bir tadı var desem şaşırır mısınız? Bu saydıklarımı ve daha fazlasını yaşayan birçok insan var.
Bu durum, hastalık, sendrom veya rahatsızlık değil. Adı, sinestezi. Bu deneyimi yaşayanlara da sinestet adı veriliyor. Sinestezi terimi, “duyuların birleşimi” anlamına gelen Yunanca “syn” (birlikte) ve “aesthesis” (duyumsama) sözcüklerinden oluşuyor. Sinestezi kavramını, istemsizce yoğunlaşma sonucu ortaya çıkan güçlü duyusal deneyim olarak ifade edebiliriz.
Sinestezinin Tarihsel Süreci
Sinesteziye ilişkin ilk referansın, John Locke tarafından 1690 yılında kaleme alınan “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme” adlı çalışmasında görüldüğü söylenebilir. Locke bu eserinde, kırmızının ne anlama geldiğini öğrendiğinde kendisini ihanete uğramış gibi hisseden kör bir adamın hikayesini anlatır. Kör adam, aslında kırmızının ne olduğunu düşündüğü sorulduğunda, bunun bir trompetin sesine benzediğini söyler. Filozof, insan zihninin bir düşünceyi bir diğer düşünceyle nasıl çağrışım içerisine soktuğunu inceler.
Isaac Newton ise 1704 yılında sesler ve renklerin enerjilerini ölçerek ilişkilendirir. Newton, duyuların bağlantısını değil, daha çok enerjilerin fiziksel özelliklerini kanıtlamayı amaçlar. Bahsi geçen isimler, sinestezinin ilk araştırmacıları olarak düşünülseler de çoğunlukla sinesteziyle dolaylı olarak ilişkilendirilen konuların felsefi ve fiziksel açıdan algısal sorunları ile ilgilenirler.
1725 yılında Newton’la benzer doğrultuda bir çalışma yürüten Louis Bertrand Castel, renkler ve sesler arasındaki kesin benzerlikleri açıklama girişiminde bulunur. Org üzerindeki her nota bir renge denk düşer ve her notanın çeşitli hisler uyandırması beklenir. Örneğin yeşil, re notasına karşılık gelir ve dinleyiciye re notasının doğal, kırsal, canlı ve pastoral olduğu hissini verir. Kırmızı ise sol notasına karşılık gelir ve bu rengin dinleyicide savaşla ilgili bir nota olduğu hissini uyandırması beklenir. Bu şekilde, sağır bir insan kulağa hitap eden müziği görebileceği gibi; kör bir insan da göze hitap eden müziği duyabilecek, hem gözleri gören hem de kulakları duyanlar ise müzik ve rengi eş zamanlı deneyimleyerek her iki müzik türünün tadına daha iyi varacaklardır.
Aynı anda hem göze hem de kulağa hitap eden bir müzik türünün yaratıcısı olarak Castel, “renklerin melodisi” ve “göze hitap eden müzik” olarak anılan bu yenilikçi çalışmasıyla edebiyat dünyasını da cezbetmiş olur.
18. ve 19. yüzyıllarda sinestezi, edebiyat, müzik ve güzel sanatlarda ‘bütüncül bir estetik anlayış’ şeklinde kendini gösterir.
Tıp alanında ise sinestetik deneyimden bahseden ilk isim George Tobias Ludwig Sachs adlı Alman bir tıp öğrencisidir. Doktora tez çalışmasında bazı sesler, sözcükler ve fikirlerin diğer insanlar tarafından görülmeyen renklere sahip olduklarına dair bir açıklık getirmeye çalışır.
20. yüzyıla geldiğimizde sürrealizm, dadaizm, kübizm ve fütürizm gibi akımlar sinesteziden yararlanırlar. 1980’li yıllara gelindiğinde iyice gündeme yerleşen sinestezi, başta nöroloji olmak üzere çok sayıda disipline araştırma konusu olur.
“Sinestezi: Duyuların Birliği” (2002) ve “Şekilleri Tadan Adam” (2003) adlı kitapları yazan Richard E. Cytowic ise bilimsel anlamda sinesteziye farklı bir bakış açısıyla dikkat çeker. Cytowic, daha çok sinesteziden doğrudan etkilenmeyen insanlara bu olguyu açıklamayı amaçlar.
Sinestezi Çeşitleri
Her ne kadar bugün 60’tan fazla sinestezi çeşidi olsa da temelde sinesteziyi sebebi bilinmeyen ve çoğunlukla geçici olan sinestezi ile edinilmiş sinestezi şeklinde iki grupta ele almak mümkündür. Sinestezi ayrıca yaygın olarak, grafem-renk, ses-renk, rakam formu, kişiselleştirme, ses-dokunma sinestezisi gibi gruplara da ayrılmaktadır. Sinestezinin olumlu ve olumsuz yanları olmakla birlikte doğru yönlendirildiği zaman avantaja çevrilebilmekte, özellikle çok farklı ve başarılı sanat eserleri ortaya çıkabilmektedir.
Bizler sinesteziyi kullanabilir miyiz?
Mesela mor rengin tadına bakmak istesek sonradan sinestet olabilir miyiz?
Sürecin nasıl işlediğiyle ilgili yaygın olan teorilerden biri şu: Sinestezi, bir bakıma beynimizde çapraz işleme sonucu ortaya çıkıyor. Örneğin renk-harf sinestezisinde harfi veya sayıyı gördüğümüzde beynimizdeki görsel bölüm ile dil işlevi gören bölüm, aynı anda tetikleniyor. Bu durumun anne karnındayken oluşabileceğini öne sürenler olduğu gibi genetik olduğunu savunanlar da var. Ancak bir insan, kendi isteğiyle sonradan sinestet olamıyor. Sadece yaratıcılık anlamında sinestezinin ortaya çıkardığı etkiden yararlanılabiliyor. Ünlü ressam Van Gogh, yazar Nabakov, şair Baudelaire, şarkıcı Steve Wonder gibi isimler bilinen sinestetler arasında sayılabilir.
Son olarak
Unutulmaması gereken; sinestezi olgusunun ne yalnızca bilimsel açıdan değerlendirilebilecek bir durum, ne de sadece sanatsal yaratımın kaynağı olarak görülebilecek bir ayrıcalık olduğudur. Sinestezinin temel noktası, iki ya da daha fazla duyunun -istemli ya da istemsiz olarak- kesişimi ve etkileşimidir.
Zeynep Kıyak