İnsan, doğduğu andan itibaren diğer insanların duygusal, davranışsal etkilerine, toplumun örf, adet, kültürel değerlerinin toplamına, çevresel, dış faktörlere maruz kalarak hayatta var olur. Yaşam içinde bunlarla büyürken hem olumlu hem olumsuz deneyimler edinir. Bazen bizi içsel donanımımızdan, kendimizden uzağa iten kişi ve düzene karşı gelme arzumuz oluşur. Zaten bir takım bastırılmış bilinçdışı arzu ve düşüncelerimiz vardır. Çoğu kez bu yeni oluşumları da bilinç dışımıza iter, bastırırız. Bunların sağaltımını yapamadığımızda psikolojimiz olumsuz etkilenebilir.
Bu noktada sanat bize sağlıklı, verimli, faydalı bir çıkış yolu sunabilir. Yaratıcılığımız ve yeteneğimiz doğrultusunda ihtiyaç hissettikçe ya da sürekli biçimde sanat ile iyileşme sürecimize katkıda bulunabiliriz. Freud’a göre örtük arzular yaratıcılığın temelidir. Bilinçdışı bu noktada oldukça etkili olabilmektedir. Nevrotik insanların fantezi, hayal ve düşleri bu konuda iyi kaynaklardır. C.G. Jung ise yaratıcılığı “bilinçdışı süreçlere bağlı olarak” ele almaktadır. İmajinasyonun gücünü de vurgulamaktadır. Hem doğuştan gelen hem yaşarken geliştirebildiğimiz yaratıcılık, sanatla birleştiğinde, kişinin kendi varlığını yansıtabildiği, kendini gerçekleştirebildiği alan olabilmektedir. İyi hallerimizin de etkili olmasının yanı sıra, zorlayıcı birçok duygu ve durumlarla yaratıcı yönümüz ile mücadele edebiliriz. Bu hem arınmamız hem üretmemiz için itici bir güç olur. Bazen psikolojik rahatsızlar ve yaratıcılık iç içe geçer. Hatta yaratıcılık o rahatsızlıklarla hayata tutunma ve mücadelede yardımcı olurken, patolojisinin zararlarından insanı bir ölçüde korur ve olan her şeye farklı açılardan bakmaya, anlamlandırmaya ve yansıtmaya vesile olabilir. Bu konuda birçok sanatçının hayat hikâyesi bize örnek niteliğindedir.
Kendi zamanlarında pek anlaşılmamış ve belki değerleri yeterince bilinmemiş pek çok sanatçının bu alandan beslendiğini biliriz. Mesela Vincent Van Gogh, hayatta kaldığı 37 sene içinde ciddi psikolojik rahatsızlıklar yaşadı. Ölümünden sonra değeri anlaşılan ressamın, içsel karmaşasının yaratıcılıkla birleştiğini tüm eserlerinden anlayabiliriz. Resim yapmanın Vincent için çok mühim olduğunu şu sözlerinden anlamak mümkün: “Eğer bir dine ihtiyacım olursa, yıldızları boyamak için gece dışarı çıkarım”
Başka bir örnek ise Kurt Cobain. O da duygusal iniş çıkışlarını, mutluluk ve kedere ani geçişlerini müzik yoluyla yavaşlatmayı seçmiş bir müzisyendi. Yaşadığı müddetçe şarkılarından dinleyicilere geçen samimiyet, o hali ile mücadelesinin yaratıcılık ve yeteneği ile harmanlanmasındandı.
Bizim de Nilgün Marmara’mız vardı. Manik Depresyon Bozukluğu tanısı almıştı. 29 yıllık ömründe bizlere nice satırlar bıraktı. Yoğun bir yalnızlık, umutsuzluk, ölüm vardı içinde o satırların. Bazı yalnızlıklar kalabalıktır. Bazı hayatlar aslında yaşanmıyordur. Umut tazelemez insanı bazen. Kimse yadırgamasın bunu. Böyle olabilir. İnsan için bazı şeylerin izahı hep mümkün olmaz. Onunki de öyleydi belki de. O, birçok kişinin sezmediklerini sezdi, hissetti, herkesle aynı yere baktı ama farklı gördü. Görülmeyeni de… Her sanatçının yaptığı gibi yazdı. Okuduk, duygusunu hissettik ve şimdi bu vesile ile saygıyla, özlemle anıyoruz.
Ezcümle, psikiyatrik rahatsızlarımız, hastalıklarımız, melankolik veya karamsar taraflarımız her zaman hayatımızı kötü etkiler mi? Onlara körü körüne bağlanmak ve sığınmak yerine sanatla harmanlayarak, sağaltarak, yaratıcılığın çıkış noktası haline getiremez miyiz?
Düşünmeye değer.
Gaye Elmas Ünver