Konuşan hikayeler: Deniz Kızı

Deniz Kızı

Bölüm 2 Senay Yılmaz Röportajı

  Senay’ın gözlerindeki dalgaları bu kadar yakından görmeseydim eğer bu başlığı atmazdım herhalde. Röportajın ilk bölümünde Galler yarışına kadar neler yaptığından bahsederken onun için duyduğum gurur inanın şimdi yazacaklarımı o anlatırken daha da katlandı.

Senay hazırsan sorumu yineliyorum. Galler yarışını biraz açar mısın?  

Tamam, öncelikle ilk yarışım yani takıma girdikten 1 buçuk ay sonra, Sapanca’da yapılan bahar kupasında (2020) Türkiye üçüncüsü oldum. Bu da kulüp içinde yaptığım derecelerde yüksek olunca takımda en geç gelen ama en hızlı ilerleyen sporcu olarak biraz tuhaf karşılandı çünkü kimse benden böyle bir gelişme beklemiyordu. Türkiye şampiyonasında (2022) bir gün içinde iki eleme ve iki final çekip kendi rekorumu kırdım, kendi en iyi derecemi çekerek sezonun son yarışını bronz madalya ile kapattım. 

(4 çifte ve tek çifte olarak). Sonraki günde ilk defa kurulacak olan Deniz Küreği Milli Takım seçmelerine katıldım. Elemeyi geçip finale kaldım ve finalde 5 inci oldum (2022). İlk üç kişi seçileceği için ben seçilemedim. Bu üç kişi zaten Türkiye’nin önemli büyük kulüplerinden daha önce durgun su küreğinde milli olmuş yarışçılardı. Totalde 36 sporcudan, deniz küreği disiplini ile yetişmiş biri olarak 5. sırada bitirmek benim için büyük bir zaferdi. Ben tek çifteciyim. Yılmadım. Şansıma FİSA (World Rowing) o yıl kuralı değiştirdi. Daha önceden sadece milli takıma seçilen sporcular yarışıyorken daha fazla sporcuya şans vermek adına kulüplerinde yarışa katılmasına izin verildi. İşte beklediğim fırsattı. O zaman kafama Galler’e gitmeyi koydum. Aslında aylar öncesinden “ben bu yarışa gideceğim” diye kafama koymuştum, öyle ya da böyle. Milli takıma seçilemeyince yeni kurallar gereği kulüp adına girmeye karar verdim ve kendi imkanlarımla vize başvurumu yaptım. Türkiye adına milli takım katılacaktı ben de kendimi denemek adına kulüp adına katılacaktım ve bütün kafile bir arada olacaktık. Fakat milli takım birtakım sebeplerden dolayı yarışa gitmekten vazgeçine ben tek başıma Galler yolcusu olarak kaldım. Arkamda kulübüm, ailem vardı ve ben gidiyordum. Yani en azından ben öyle düşünmüştüm. Fakat eski kulübümün maalesef beni desteklememesi sonucu ben tek başıma yola çıktım. Kafileyle beraber hareket edebilmek adına aynı güne düzenlediğim yolculuğumda İngiltere’de grev olan güne bilet almışım!!!

Nasıl yani tüm bu aksiliklerin üstüne yani kulübün vazgeçmesi, destek görmemen, tek kalmanın yanında bir de greve mi denk geldin?..

Senay şaşkınlıkla kocaman açtığım gözlerime bakarak, dur dahası var der gibi anlatmaya devam etti.

Gerçekten de öyle… Neyse ki annemin tanıdıkları sayesinde son dakikada orada transferimi İngiltere’den Galler’e ayarladım. Transferimi tekrar planlamak o kadar zordu ki hiçbir şekilde orada bulunup antrenman yapmam gereken zamana yetişemiyordum ve bu tanıdıklar sayesinde gideceğim yere kadar bırakıldım. Onlar olmasa bütün plan altüst olmaya yakındı. Zaten kulüpten dolayı moralsizdim bir de üstüne transfer sıkıntısı… Sanırım mucize buna denir.  İnanın sadece valizim ve ben baş başa Galler’e varmıştık. 

Düşünsenize teknem yok, antrenörüm yok kulübüm yok ve ben uluslararası bir yarıştayım! 

Şaka olmalı bu diye düşünüyordum. Ne de olsa bu benim için sıradan bir yurt dışı gezintisi değil, bir dünya şampiyonası yarışıydı. Her şeye inat gittim.  Yola çıkmakla yolda karşılaştıklarına karşı tavrın insanı tanımlar bence. Tüm bu olumsuzluklar beni asla yıldırmadı onu biliyorum. Kulüple gerginlikler iyice artmış ve kopma noktasına gelmiştim. Son anda onları temsil etmeme izin vermeme kararı aldılar hem de ben Galler’e varmışken! Bu şekilde görmezden gelinmem bardağı taşıran son damla olmuştu. 

E peki sonra ne yaptın? Yani nasıl milli olup yarışa girdin? 

Burada Türkiye Kürek Federasyonu Başkanı Erhan Bey’in hakkını asla yiyemem. Benim böyle bir çılgın maceraya atıldığımı duyunca ben Galler yolundayken beni aradı ve arkamda olduğunu başkan olarak Türkiye adına katılabileceğimin onayını verdi ve inanın beni arayan tek resmi yetkili o oldu. Bu konuşma bana motivasyon verdi. Kendisine de buradan tekrar teşekkür ederim. Yarış yerine vardığımda tekne kiraladım. Kalacak yerimi ayarladım. Orada kendi kendimin antrenörü, takım kaptanı ve yarışçısıydım ki bütün bunları aynı anda yapmak büyük bir özgüven, özveri ve beceriklilik ister. Bir sürü mükemmel insanla tanıştım. Başka milletlerden sporcu ve antrenörlerle diyalog ve yardımlaşma halinde olmak paha biçilemezdi. İyi ki tekim dediğim anlardı bunlar, zira grup halinde olunca insan dışarı açılmayı tercih etmeyebiliyor. Oradaki yarışçılar ve yetkililer ile konuşarak tüm işlemlerimi hallettim derken hastalandım. (Senay’ın başına gelenleri dinlerken bunu da duyunca yok artık dedim. Düşünsenize kızın başına gelmeyen kalmamış!)

Fakat yine yılmadım. O halde antrenman yapmaya başladım. Yarışlara kalan son günlerde parkuru tanımak adına suya inmem gerekir, düşünsenize başlangıç noktasında bana yön verecek, tekneye binerken veya tekneyi taşımama yardım edecek kimsem yok.  O aşamada Yeni Zelanda milli takım hocası ve sporcuları bana çok yardım etti. İnanın çok duygusal anlardı. Resmen aile gibiydik. Hava soğuk donuyorum arkam insanlara dönük bir anımda benim burada ne işim var diye yağmurla karışık ağlamaya başladım. İşte o an ilk defa vazgeçmekle yüzleştiğim andı. Çünkü hemen öncesi eski kulübümden onların adına katılmamamı belirten bir telefon almıştım. Her şey benim aleyhimeydi. İşte o sırada Erhan Abi, (Türkiye Kürek Federasyonu Başkanı Erhan Ertürk) yine devreye girerek telefonda bana “sen Türk sporcususun, korkma sen Turkish Rowing Team olarak katılabilirsin dedi. O an geri döndüm. Neye mal olursa olsun bu yarışı çekecektim. Ben gururla bayrağımızı ve altına Türkiye adına katıldığımı belirten, Türk bayrağı rozetimi üstüme yapıştırıp yarışa katıldım. Böylelikle her şeye rağmen ülkemi temsil edebildim. Antrenörümle görüntülü bağlanarak konuşup son taktikleri aldım. Yarış günü dalgalara baktım ve hadi Senay yaparsın dedim. 

Çünkü böyle şeyler para verip satın alınamaz, orada tek Türk olarak ülkemi son derece güzel bir şekilde temsil ettim. Gururluyum.

Senay senin azmine hayran kaldım. Bunu söylemeden geçemeyeceğim. Anlattıklarından neden kulüp değiştirdiğini, neden bu kadar çalışmaya asıldığını anladım. Tüm olumsuzluklara rağmen bu kadar hedefine odaklı olmana bayıldım. Peki yarış günü neler oldu?

Size bir şey söyleyeyim mi? İstediğin kadar potansiyelin ne olursa olsun, istediğin kadar yatkın ol eğer azmin yoksa ve acıyı sevmezsen dalgalarla dans etmeyi bilmezsen küreği çekemezsin. Ve bizim aramızdaki bu bağ beni o yarışa kadar getirdi. Ekimin o dengesiz deniz dalgalarında Galler’de milli olarak küreklere asıldım. Adımı megafonda duyduğum anı hatırlıyorum. Hakemin sporcuları anons ettiği an tüylerim diken diken olmuştu. Dalgaların ritmi kulağımda yarışmaya başladım. A final elemesini çekerken Amerikalı sporcu bana çarptı. İlk 4’ün içindeyken birden on üçüncülüğe kadar düştüm. Son dakikalarımda hayatımın atağını yaptım sanırım. Tek tek beni geçen tekneleri geçmeye başladım. A final elemesini onuncu bitirdim. Böylece B finale kaldım. 

Neden itiraz etmedin?

İşte tek başına yarışa katılmanın handikabını burada yaşadım. O adrenalinle her şeyi düşünemiyorsunuz. İlk 4’te bitireceğim yarışta B finale kalmıştım. Tekneyi çekmekle uğraşırken itiraz etmeyi unuttum. Zamanı kaçırdım yani ilk bir saatte itiraz etmem gerekiyormuş. Galler’deki tek pişmanlığım budur. Acı bir şekilde öğreniş oldum. Sonuçta B finale kalmıştım. Ertesi gün yarışı çektim. O yarışta çok değişik hisler içindeydim.  Gururla tekrar küreklere asıldım. Tüm kontrol bendeydi. O an resmen denizle beraber şarkı söylüyordum ve enstrümanımda küreklerimdi. Sonuç ne olursa olsun ben uluslararası bir yarışta ülkemi temsil ederek kürek çekiyordum. Harika bir deneyimdi. Tarif edemem. Sonuçta yedinci olarak bitirmiştim. Tek başıma herkese meydan okuyan denizin kızıydım. Dünya şampiyonasında toplam 36 sporcudan en iyi on sporcu içine adımı yazdırdım. B finalde yedinci olmuştum. Şimdi düşünüyorum da elimden geleni yaptım ve daha da yapacağım.

Senay gerçekten seni tebrik ederim. Özellikle hayata inat duruşunu. Peki şimdiki hedefin nedir?

Uluslararası derece yapmak. (Kesin bir şekilde cevaplarken Senay’ın gözündeki kararlılığı gördüm. O an inandım ki bu kızdan korkulur.) Akademik kariyerimi inşa etmeye devam edeceğim ve müzik kariyerimde basamaklar ama kürek ise aşkım. O yüzden hayat ne kadar neye izin verirse ben de orada olacağım sanırım.

Kırgın mısın?

Senay olarak değil de teknem ve küreklerim kırgın. Yani ben elimden geleni yaptım ve yapacağım da ama geçmişte yaşadıklarım, yanımda olanları minnetle cebime koydum. Hatta köstek olanları bile… Çok iyi deneyim oldular. (Senay’ın yüzündeki ifadeden gerçekten kızgın değil de kırgınlığı okunuyordu. Zaten bu sorumu cevaplarken teknesine bakıp durdu.) 

Tamam o zaman aklıma takılan bir şey daha var. Hatta birkaç soruyu bir arada soracağım. Öncelikle sen bir piyanistsin. Hem yurt dışı hem yurt içi sahnelerde yer alıyor konserler veriyorsunuz. Sen tenor Aykut Yılmaz’ın kızısın. Yani kendisi Genel Sanat yönetmenliğinden klasik ve caz müzik danışmanlığına kadar çok geniş bir yelpazeye sahip bu ülkenin yetiştirdiği önemli değerlerden. Onunla sahnede olmak nasıl bir şey? Bir piyanistin elleri çok narin olur, sen ise müzikle su üstünde notalara basıyor gibisin galiba, ne dersin?

Bir kere sahnede çok profesyoneliz. Müzik ortak tutkumuz olduğu için anlaşamadığımız bir durum yok. Bana çok destek oldu. Aslında ailem için her gün şükrediyorum. Onlar olmasa belki de birçok şeyi başaramazdım. “Müzikle su üstünde notalara basmak…” Bayıldım bu ifadeye. Yarıştan sonra acıyan, yaralı ellerimle gurur duyuyorum. Çünkü ben o ellerle konsere çıktığımda kürekteki sabrımla piyanomu çalıp, müzikteki ritmimle de küreklerimi çekiyorum ve inanın bunu ölene kadar yapabilirim…

Şunu da eklemek isterim ki yaratıcı, eğitimci, fedakâr, beni her zaman destekleyen bir annenin ve babanın kızı, bana her zaman başarıları ile örnek olan akademisyen ve sanatçı canım ablamın kardeşi, hayatıma dokunan, zaman zaman ailemden daha çok vakit geçirdiğim sevgili Serkan Hocam’ın sporcusu olarak yaşadığım bu maceraya yenilerini eklemek için sabırsızlanıyorum. Olumsuzluklar yaşanmazsa ve konfor alanından çıkılmazsa bir şeyler başarılamaz. Kutunun dışından düşünülemez. Bu süreç bana birçok şey öğretti. Ayrıca bu zevkli, dolu dolu sohbet için çok teşekkür ederim. 

Senay’la sohbetimiz yaklaşık beş saat sürdü. Yanından ayrılırken yüzümde tuhaf bir gülümseme vardı. Gün batımı eşliğinde Haliç’in sularına bakarken düşündüm; onun anlattıkları, azim hikayesi, gözlerinden yayılan ışık ve deniz aşkı… Sanırım o piyanosunun ritmiyle dalgalara meydan okuyan denizlerin kızı…

 Burcu Ertürk

Önceki İçerikKim Jiyeong, Doğum: 1982
Sonraki İçerikRS Sanat Alanı’nın ikinci sergisi ‘Zihni Manzaralar’
Burcu Ertürk
1980 yılında İstanbul’da doğan Burcu Ertürk, Uludağ Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi mezunudur. Londra’da iki yıllık eğitim aldıktan sonra özel bir firmada bütçe ve finans konsadilasyon dairesinde uzman yardımcısı olarak çalıştı. Yıllar boyunca hobi olarak araştırma ve deneme yazıları yazan Ertürk aynı zamanda toplumsal dayanışma derneklerinde gönüllü yardımlaşmada bulundu. Bu süre zarfında şahit olduğu ve dokunabildiği hayatların seslerine daha fazla kayıtsız kalamayıp 2017-18 yıllarında radikal bir karar vererek kadın ve toplumsal şiddet olaylarını inceleyerek topladığı gerçek hayat hikayelerinden yola çıkan romanlar yazmaya başladı. Şu an için dört romanı bulunan Burcu Ertürk, insanların hayatlarına daha yakından dokunabilmek ve seslerini duyurabilmek adına özellikle kadın meselelerini konu alan ilk romanı Yade’yi 2020 de yayımladı. Yakında ikinci romanı yayımlamak üzere çalışmalarına devam etmektedir. İdeali gerçek hikayeleri kaleme alarak okurlara ulaştırabilmek olan Burcu Ertürk hala İstanbul’da yaşamaktadır. “Çok istedim kalemi kırmayı ama o inatla yazdı.”