Öyle sanıyorum ki Doppler hakkındaki bu yazım cüretkar bir yazı olacak. Çünkü bir yazarın ‘Bu romanımda şu konuyu işledim.’ demesine rağmen ben başka bir şey olduğunu iddia edeceğim. Neye dayanarak? Bir romanın yazarına olduğu kadar okuruna da ait olduğu savına dayanarak. Birkaç kez yazar sohbetlerinde de rast geldiğim ‘Ben yazarken böyle düşünmemiştim ancak siz böyle yorumluyorsanız, öyledir.’ sözünden destek alarak.
Norveçli yazar Erlend Loe, bir röportajında bu romanın bir sistem eleştirisi olduğunu söylüyor. ‘Modern toplum ve modern toplumdan kaçma ihtiyacı üzerine bir roman. Belki ihtiyacın olan her şeye sahipsindir ancak en önemli kısım, bilinç eksiktir.’ diyor. Peki hangi konudaki eksik bilinç? Bu romanın ‘bana’ işaret ettiği ve bu yazının ana fikri olan eksik; ‘Yas Bilinci’.
Yas bilincinin belki de ‘bilinçsizliğinin’, romanda yalnızlık ve yabancılaşma konusu ile birlikte işlendiği düşünüyorum. Sistem bizi “Daha çok tüket, daha mutlu ol” ya da “bir kere geliyorsun dünyaya, mutlu olmayı hak ediyorsun. Kredi çek, en iyi evi al, arabayı al” söylemleriyle güdülerken; ölüm fikrinden uzaklaştırarak, onun acısından, çirkinliğinden bizi ‘koruyarak’ kendimize, türümüze ve doğamıza yabancılaşmamıza neden oluyor. Bu tüketim çılgınlığı bir ölümle yüzleşince tüm maddeler, telaşlar anlamını yitiriyor. Tüketime yönlendirilmiş modern insan, ölümü, acısını tanımlayamıyor, onunla nasıl baş edeceğini bilemiyor ve kavramsal bir çıkmaza düşüyor. Üstelik aile içinde veya dostlar arasında da yas paylaşılamaz hale geliyor, acıya duyarlılık, empati gelişmiyor.
Yazarın modern toplum eleştirisi dediği, okur olarak benimse Doppler’in yasını anlamlandırma çabası dediğim romana biraz bu açıdan bakalım isterim.
Roman, Doppler’in babasının ölüm bilgisiyle (tek cümle) başlıyor. Bu haberden bir süre sonra Doppler bir bisiklet kazası yapıyor. Çok iyi ve tedbirli bir bisikletçi olmasına rağmen yaptığı bu kazanın ardından, sağlık raporunun bitmesine de birkaç gün kala, babasının evrak işleri ve fotoğraflarıyla ilgilenirken bir duygu tarafından aniden tetikleniyor ve ormana taşınmaya karar veriyor.
“O anda, babamı düşündüğümden daha az tanıdığımı fark ettim ama fotoğrafları sevdim, bütün tuvaletlerini fotoğraflamış olmasını sevdim. Ona yakışıyordu. Babam, fotoğraf sanatçısı. Bu olay neticesinde ya da bütün bunların yarattığı ruh hali neticesinde, öylesine olduğunu hissettiğim – ki hala öyle hissediyorum- ani bir kararla sırt çantamı toplayıp ormana doğru yola koyuldum.”
Roman akışı boyunca, Doppler, her konuda bir şekilde babasını anıyor, olayları babasına bağlıyor hatta öyle ki kendi gibi, babası için yas tutan bir arkadaş buluyor ve bu tanışıklık sayesinde babasına adamak üzere, sarkastik bir tavırla da olsa –ki bu tavrın da acıyla baş edememesinden kaynaklandığını düşünüyorum- bir totem yapıyor.
Roman içinde ilerlerken sık sık Doppler’in ölüm ve yaşam sorgulamalarına ya da bir çeşit kendini ikna etme çabalarına rastlıyoruz. Örneğin annesini öldürdüğü geyiğin yavrusuyla konuşurken;
“Doğanın düzeni bu. Yavrunun bunu öğrenmesi gerek.” diyor. Belki de bunu kendine söylüyor.
“Ayrıca kısa bir süre önce ben de birini kaybettim, diye söze devam ettim. Babamı kaybettim. Onu pek tanımıyordum. Onun kim olduğunu hiç anlayamadım. Şimdi de gitti. Yani bir bakıma seninle aynı gemide sayılırız. Sen anneni, bense babamı kaybettim.”
Örneğin eşinin hamile olduğunu öğrendiğinde;
“Ancak doğum ve ölüm, sevimsiz bir raund. Babam yok olurken bir yaşam ortaya çıkıyor. Hiç tanımadığım bir insanın yerini, muhtemelen hiçbir zaman tanıyamayacağım başka biri alıyor.” diyor ve ekliyor,
“Yalnız doğar, yalnız ölürüz. Buna bir an evvel alışmak lazım. Yalnızlık yapının temeli. Yani taşıyıcı kolonun ta kendisi. İnsan başkalarıyla bir arada yaşayabilir, ancak ‘bir arada’ demek, kural gereği yan yana olmak anlamına gelir. Bu da iyi sayılır. İnsanlar yan yana yaşar, şansları yaver gittiği anlarda belki bir arada bile olabilirler. İnsan aynı arabada oturur, aynı yemeği yer, aynı Noel’i kutlar. Ama birlikte araba kullanmaktan, yemek yemekten ya da Noel’i kutlamaktan başka bir şey bu. İşin iki yönü var. İki gezegen…
… Çok şey bildiğimize inanıyoruz ama aslında neyin gezegen olduğundan, hatta ve hatta babamızın kim olduğundan bile haberimiz yok. Ya da bir zamanlar kim olduğundan.”
Bu noktada Doppler yalnız da değildir. Babasını tanımayan, onun yasını tutmaya çalışan ve bunu yaparken de dış dünyadan kendini soyutlayan bir arkadaş bulması sizi şaşırtır mı?
Keyifli okumalar.
Kitap Adı: Doppler
Yayınevi: YKY
Sayfa Sayısı:116
YAZAR HAKKINDA
ERLEND LOE: 1969 Norveç doğumlu çağdaş bir yazar. Ailesi ile birlikte Oslo’da yaşıyor (2023). Yazar olmadan önce, bir psikiyatri kliniğinde, sonra bir gazetede çalıştı. Romanlar, çocuk kitapları ve senaryolar yazıyor. Film eleştirileri yapıyor. Kitaplarında ironi, abartı ve mizah öğeleri kullanıyor. Dili akıcı ve sade. Gerçek yaşamında da bir bisiklet tutkunu. Tek teker (unicycle) bisiklet kullanıyor.
Instagram: erlendloe
Facebook: Erlend Loe
Özlem Metincan