Etimoloji meraklısı sevgili dostumla, sohbetimizi bu sefer de kar kaplı, soğuk mu soğuk bir coğrafyada yürüyüş yaparken devam ettirdik. Sahildeki son buluşmamızda bize eşlik eden ‘sarı yaz’ güneşinin o ılık ışınları, şimdi bir Alp köyünde parlak kış güneşi ışınlarına dönüşmüştü. Bembeyaz kar, sanki içinde pırlanta parçacıkları varmış gibi, güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu yürüdüğümüz yolda… Bizse, kalın ceketlerimiz, güneş gözlüklerimiz ve sağlam kış botlarımızla göz alabildiğine geniş bir ormanda, çamların arasında ciğerlerimize bol bol oksijen çekerek, neşeyle konudan konuya geçiyorduk.
Tabii bu arada yine kökenbilim oyunu oynayarak bilgilerimizi tazelemeyi ihmal etmedik.
Biraz ilerde tipik bir dağ restoranı görünüyordu. Noel dekorasyonları içinde, masalımsı bir şale…
BEN: Hadi ‘restoran’ kelimesinden başlayalım. Anlat bakalım, kökeni neymiş.
ARKADAŞIM: Tatlı bir hikâyesi var onun. Fransızca’daki ‘Restaurer’ fiilinden geliyor; güçlendirmek, yenilemek, iyileştirmek demek biliyorsun. 1765’te, Paris’te, Louvre’a yakın bir yerde, Boulanger adında bir adam, bir mekân açıyor ve orada ’restaurant’ yani ‘çorba’ satıyor. Zira Orta Çağ’dan beri et suyu çorbasına ‘restaurant’ (restoran) ya da ‘bouillon restaurant’ denirmiş. ‘Bouillon’ da Fransızca’da kaynamak fiilinden türemiş, kaynamış su demek; ‘bulyon’ deriz ya Türkçe’de et suyu küplerine. ’İnsanı restore eden (!) kaynamış su’ yani ‘bouillon restaurant’ içince tekrar gücüne kavuşuyorsun anlamına geliyor. Boulanger, vitrinine de reklam olarak, bir ilahiden alıntı, Latince ‘venite ad me omnes qui stomacho laboratis et ego vos restaurabo’ , yani ‘midesi mutsuz olanlar bana gelsin, ben onları iyileştiririm, restore ederim’ yazıyor. Bizdeki muadili işkembeciler, kelle, paça çorbacılar…
BEN: (gülerek) bak şimdi canım bir işkembe çorbası istedi. Olsa da yesek…
ARKADAŞIM: Madem yemek konusuna girdik, sen de bana biz Türklerin pek sevdiği, hemen hemen tüm yemeklerimizde olan ‘salça’ kelimesinin nereden geldiğini hatırlat hadi.
BEN: Salçadaki ‘sal’ hecesi, Latince’deki ‘sal’ (tuz) kelimesi. İtalyanca’daki ‘salsa’ Türkçe’mize ‘salça’ olarak geçmiş. Aslında ‘tuzlu su’ demek ama ‘yemek suyu’ anlamında kullanılıyor.
BEN: Şu etimoloji dünyası sınırsız! ‘Butik’ kelimesi aklıma geldi bak şimdi de. Ne kadar ilginçtir o da. Fransızca ‘boutique’ sözünden alınmış. yani ‘dükkân, uyduruk ev veya çalışma yeri’ demek. Seyahatlerde karşımıza çıkan, İtalyanca’daki ‘bottega’ ve İspanyolca’daki ‘bodega’ kelimeleri de bununla alakalı. Latince kökeni ise ‘apotheca’; depo, şarap mahzeni demek. Eski Yunanca ‘apotheke’; saklanmış, muhafaza edilmiş anlamına geliyor. Çok ilginçtir ki, günümüzde eczaneye ‘Apotheke’ deniyor Almanca konuşulan ülkelerde.
ARKADAŞIM: Konumuz kelimeler olduğu için, ‘parola’dan bahsetmeden olmaz. ‘Parola’, İtalyanca’da da aynı yazılıyor. Latince ‘parabolare’ (konuşmak) fiilinden geliyor. Yani ‘parola’ sözcük, konuşma demek. ‘Parlamento’ (Eski Fransızca’da ‘konuşma’), ‘parlamenter’ (konuşma görevlisi) kelimelerinin kökeni de aynı fiil.
BEN: Evet, kelimeler gizemli yollardan dolaşarak geliyor dilimize. Şimdi üşüdük ya, kuşlar aklıma geldi, şu soğuk günlerde ormandaki kuşlar acaba nerelerde, hiç kuş sesi duymuyoruz bak… Ve kuş deyince de, en sevdiğim kuşlardan biri olan ‘Martı’yı anmadan geçemeyeceğim… Martı kelimesinin Türkçe’ye ait olduğunu düşünebiliriz, değil mi, ama hayır, İtalyanca’ya ait olduğu söyleniyor. Kökeni çok eskilere dayanıyormuş. İtalyanca ‘martin pescatore’ yani ‘balıkçıl kuşu; bayağı yalıçapkını’ kelimesinden dilimize geçmiş deniyor. Bu deyim ise Latince ‘maritimus’ yani ‘denize ait, denizci’ kelimesinden evrilmiş. Latince ‘mare’ deniz demek biliyorsun.
ARKADAŞIM: Evet, kökenbilim derin bir deniz… Dostum, yoruldum ve üşüdüm. Gel şu kafede sıcak bir şeyler içelim. İçimiz ısınsın.
BEN: Memnuniyetle… Bugünlük yeteri kadar oynadık sözcüklerle… şimdi kendimizi biraz restore edelim bakalım.
Kış boyu lezzetli çorbalar içmeniz dileğiyle…
Nevin Tali Ölçer