Yaşam Bir Hikaye Mi?

Yazar Mine Özgüzel yeni çıkan kitabında, bu soru ile bizi, yaşam hikayemize bakmaya davet ediyor. Davet beni her zaman heyecanlandırır. Merak ve keşfetme duygumu uyandırır ve beni harekete geçirir.

Mine Hanım ile Yasemin Sungur Hocam’ın KİS Liderliği programındaki kaynak kitaplarımızda yer alan “Edebiyat Terapi” kitabı ile tanıştım. Kitap, birbirinden bağımsız hikayelerden oluşuyor. Mine Hanım mesleki bilgisi ile edebiyata öyle bir bakmış ve anlatmış ki çok derinden etkilendim. Sanırım kendi hikayemin bağlantıları netleşti…

Kitabı bitirdikten sonra Mine Hanım’ı daha da yakından tanımayı arzu ettim. İşte 27 Ocak Cumartesi günü Gergedan Kitap Evi’nde gerçekleştirdiği yeni kitabının sohbetine de bu sebeple gittim. İyi ki de gitmişim diyorum…

Mine Hanım, yazdığı iki kitabı da “özüne dönüş hikayesi” olarak tanımlıyor. Lise yıllarında kendini içine kapanık, sessiz ve kenara çekilmiş bir genç olarak tanımlarken, felsefe öğretmeninin “Sen okumalısın,” dediği anda hikayesinin başladığını ifade ediyor.

“Ne okumalıyım?”

diye sorduğunda edebi eserler okuması önerilmiş. Ve bundan sonra Dostoyevski, Sartre, Kafka, Stefan Zweig ve Jung okumaya başlamış. Edebiyat ile insana olan merakı artmış ve eğitim olarak psikoloji bölümünü seçmiş.

Mine Hanım, “İnsan yaşam hikayesine bakarken kendini çok iyi tanımış olmalı,” diyor. 
İçinize dönün ve kendinizi tanıyın, bunu yaparken kendinizi değiştirmeye çalışmadan yapın. Çünkü kendinizde gördüğünüz her şey, “yoksunluklarınız ve kusurlarınız” da dahil olmak üzere kendinizi gerçekleştirme araçlarınızdır.

Mine Özgüzel “Edebiyat Terapi” kitabının Stefan Zweig bölümünde, Zweig’ın yakından tanıdığı Freud’un babası ile ilgili bir hikayesini anlatıyor. Ve hikâyenin sonunda “Kusurlarımız varoluşumuzdur. Onların halledilmesi değil, bilinmesi gerekir.”(Alıntı) diyerek konuya bir kez daha vurgu yapıyor.

Mine Hanım kendi hikayesinde edebiyat ile ilerlemesinin sebebini, kullandıkları araçların aynı olması ile açıklıyor. Neydi bu araçlar “İnsanlar ve sözcükler.” Okuma ve araştırma sürecinde incelediği tüm yazarların, kendisi ile aynı eğitimi almamış olmalarına rağmen aynı bilgiye sahip olduklarını görmüş. Çünkü zaman döngüsünde “İnsan aynı insan. Göz, kalp aynı. Varoluş aynı,” diyor Mine Hanım. Ve çok çarpıcı bir konuya geçiyor.

“Her İnsan Varoluşunu Bilir.”

Varoluşumuzu anladığımız noktada da yaratımın başlayacağını ifade ederek, bunu yapabilmemiz için bize ipuçları veriyor.      

  • Bilinçaltınızı bilincinize çıkarın. 
  • İç sesinizi dinleyin.
  • Dışarıda hiçbir şey yok…

Yazar, kitabının ilerleyen sayfalarında bizleri Dostoyevski ile tanıştırıyor ve konuyu daha da berraklaştırıyor. “Kendi bilinçaltını olduğu gibi kabul etmezsen insanlığını hiç yaşamamış olursun,” der Dostoyevski.

Bilinçaltının yanında Dostoyevski’nin bize sunduğu bir diğer güzellik de “öteki” kavramıdır. Bir gördüğümüz var, bir de yalnızca kendinin hissettiği, içinde yaşadığın ama benim görmediğim bir varlığın var.  İşte o “öteki” diye açıklar Dostoyevski.

Yazarımız buradan da “herkesin kendi hikayesi var” a geliyor… Hikayemizi bulabilmemiz için de çok kıymetli önerilerini şöyle özetliyor. Kitap okuyun fakat koltukta okumayın. Bir masa başında ve sandalyede oturarak okuyun. Düşünmeye vakit ayırın. Yürüyün ama zamansız yürüyün. 

Zaman tutarsanız o sonuç olur. “Murakami’nin ‘Koşmasaydım Yazamazdım’ kitabını da hatırlatıyor.”

Söyleşi sorular ve cevaplarla ilerledi…

Peki ya siz hikayenizi merak ediyor musunuz?

Cevabınız evet ise… Sizleri bu iki kitabı okumaya davet ediyorum. Lütfen sandalyenize oturun ve okumaya başlayın… 

Mine Özgüzel’e teşekkürlerimle.

Funda Şimşek

Önceki İçerikDuygulara Yön Veren Yazar Aslıhan Doğa ile Ters Köşe Olmak…
Sonraki İçerikBir Kara Plak Gecesi