Tuzlu Bal

  Gecenin yorgunluğu göz kapaklarıma çökmüş, aynadaki aksimle konuşurken fark ettim onu. Arkamdan gölgesiyle geçerken ayağına benim topuklu ayakkabılarımı giymiş kıkırdayarak yürüyordu. Durdum. Aynada tekrar kendime baktım. O an kıkırdaması durdu ve o ince neşe şakıyan sesiyle içimden geçenleri tahmin etmiş gibi, “ayna ayna söyle bana, yorulmadın mı bana bakmaktan sen daha?” diye alaycı bir şekilde beni taklit edercesine seslendi. Hızla arkama döndüm. Yeterince çabuk olursam o hınzırı yakalayıp bir güzel yorgunluğumla dalga geçmek ve topuklularımı çalmak neymiş gösterecektim.… Bir anlığına, kısacık bir anlığına beline salınan kızıl-kahve, kıvırcık dalgalarını gördüm. Koşarak apartmanın merdivenlerine doğru gidiyordu. Yerimden hızlıca doğrulup onu takip ettim. “Şimdi seni yakaladım!” diyordum içimden, “görürsün sen!”

Merdivenlere geldiğimde yukarı doğru çıkan topuklu ayakkabının yankısını duydum. Gülümsedim. Kaçacak yeri kalmamıştı. Sakince merdivenleri çıkmaya başladım. Aynı annemin bana küçükken tembih ettiği gibi, şu merdivenleri koşarak çıkma, düşersin!.. 

Ben de öyle yapıyorum anne, ama çok düştükten ve hayat bana keşke yaralarım hep dizlerimde kalsaydı, dedirttikten sonra…

Korkusuzca çıkmayı öyle isterdim ki, tıpkı şu ayakkabılarımı çalan hınzır kız gibi. 

Yukarıya ilerlerken arada dinlenip kulak kesiliyordum. Topuklu ayakkabının yankılanan ritmi, dengesiz merdivenlerin yüzeyinde minik adımlarının dengede durarak ilerleyişini yansıtıyordu. Kıskandım. Ben niye seneler içinde dengemi bulmak için o kadar çok yalpalamıştım ki? Şu kız kadar olamadım. Korkusuz, neşeli hatta biraz da içine sığmayan bir deli!

Apartmanın teras kapısına vardığımda nefes nefeseydim. Durmadan, dinlenmeden ağır ağır bile olsa kalbimin ritmini dinlemeden çıkmıştım. Kapıyı açmadan önce soluklandım. Derin nefesler alırken dışarıdaki yağmurun sesi geldi kulağıma, he bir de yağmurda bağıra bağıra kıkırdayarak şarkı söyleyen küçük hınzırın ki… 

Yağmur yağıyooor, seller akıyooor 

Arap kııızııı camdan bakıyooor… 

Tepem attı. “Bana mı dedi o?!!” diye sinirlendim içimden. O hışımla kapıyı hızlıca açtım. Apartmanın loş ışığından birden gri bir aydınlığa çıkınca gözlerim kamaştı. Minicik ayaklarında koca topuklularla kollarını iki yana açmış dönerek yüzüne düşen yağmur damlalarını ağzıyla yakalamaya çalışıyordu. İçimdeki kızgınlık aniden telaşa döndü. Hızlıca, 

“Düşeceksin dikkat et!” diye atılıp kolundan yakaladım.

Yüzünü bana çevirdiğinde nutkum tutuldu. Minik kız yüzüne yapışmış ıslak saçlarını yavaşça geriye attı. Uzun kirpiklerinin altındaki ışık saçan kahve rengi gözleriyle gülümseyerek telaşımı anlamsız bulmuş gibi bana bakıyordu.

Şaşkınlıktan ağzım açık kalakalmıştım. 6 yaşımdaki yüzüm karşımda duruyordu! Ben donup kalmışken düşmesin diye yakaladığım kolunu nazikçe geri çekti. 

“Korkma” dedi, 

“Ama ya düşersen…” diyebildim. 

“Sen yakalarsın beni” derken yüzündeki gülüş, yakalarsın değil mi? Diye sorar gibi ciddi bir ifadeye büründü.

O an içimde keskin, kırgın bir ağrı belirdi. Yüreğimin hamalı ruhumun ağrısıydı bu…

Yaşadıklarım; büyürken hayatta düşüp kalkmalarım, kanserle tanışıp vedalaşmalarım, kayıplarım, ayrılıklarım, sevinçlerim, gülüşlerim aşkı tadıp vazgeçişlerim ve bu küçük kızın henüz tanışmadığı ama benim tuzlu bal misali yaşadığım hayatım gözümün önünden geçti. 

 Aniden önünde dizlerimin üstüne çöküp sımsıkı sarıldım ona. Yağmurun akıttığı gözyaşlarımın içinde hıçkırıklarımın arasında sesim çatallaşmış, ona, onu ne kadar özlediğimi haykırmaya çalışıyordum. Bu küçük kızı nerede kaybettiğimi sorgulayıp içimden kendime küfrederek kızıp ağlıyordum. 

“Seni çok özledim” diyebildim sonunda. “Seni kaybettiğimi sandım, yok olup gittiğini ve seni hiç göremeyecek olmaktan o kadar korktum ki…”

Minik elleriyle akan rimellerimi silmeye çalışarak yüzümü okşadı. Sakinleştiğimi fark edince avucunun içine aldığı yanağıma bir öpücük kondurdu.

“Ben hiç gitmedim ki” dedi, “sadece sen yıllar içinde o kadar çok duymadın ki beni, oysa ben içinde hep şarkı söyledim. Ruhun ağrıdıkça yükselttiğin o topukluları taşımanı izledim. Her dönemine bir hikâye bazen bir şiir ya da bir şarkı yazdım içimden… sadece sen bilemedin.”

Onu duyamamanın yaşattığı pişmanlıkla omuzlarım düştü. Yığılacak gibi oldum ama o anda minik elleriyle elimi tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Yağmurda ıslanmış çıplak ayaklarıma baktı ve hiçbir şey söylemeden o da ayağındaki topukluları bir kenara fırlattı. Şimdi artık ikimizde yalınayak kalmıştık. Elimi sıkıca kavramış halde, 

“Biliyor musun böyle dengede durmak daha kolaymış.” dedi.

Evet, geç de olsa anladım derken gülüşmelerimize karışan sevinç gözyaşlarım yağmura karışıyordu.

“Hadi gel içeri girelim artık, yorgunsun.”

“Hayır, hayır aksine şimdi kendime geldim biraz daha kalamaz mıyız?” dedim.

Başıyla onaylar gibi yapıp yerinde sallanarak şarkısını mırıldanmaya başladı…

Yağmur yağıyoor, seller akıyoor 

Arap kıızıı camdan bakıyooor…

Gözlerimi açtığımda koltukta uyuyakalmış olduğumu fark ettim. Gördüğüm rüya mıydı? Hayal mi etmiştim? Yoksa görmezden geldiğim o küçük kız sonunda duyurabilmiş miydi sesini?

Koşarak fotoğraf albümlerinin olduğu dolaba gittim. Annemin verdiği çocukluk fotoğraflarımı hızla karıştırmaya başladım. Bir yerden tanıdık geliyordu o teras, o ayakkabı…

Sonunda buldum; benim 5-6 yaşlarında yağmurda dans ederken çekilmiş fotoğrafım!

Orada kalmıştı, albüm sayfalarının arasında sıkışmış öylece duruyordu. Fark edilmeyi bekliyor gibi…benim anlatamadıklarım gibi… ve sessiz bir hikâyenin mutlu başlangıcı gibi…

Resmi alıp odamdaki aynama astım. Şimdi her sabah uyandığımda önce o küçük kıza günaydın diyorum. Çünkü biliyorum ki hayatın her gününe uygun bir şarkısı var.  Ve biz şarkıları beraber söyleyip aynada gülüyoruz geleceğimize. Öyle ya, geç kalınmış hikayelerin gülüşleri gönülden kanar…

Burcu Ertürk

                                                                                 

 

Önceki İçerikŞimdi Kompost Zamanı
Sonraki İçerikPerdenin Ardında Kalan Hikayeler: Beş Sevim Apartmanı
Burcu Ertürk
1980 yılında İstanbul’da doğan Burcu Ertürk, Uludağ Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi mezunudur. Londra’da iki yıllık eğitim aldıktan sonra özel bir firmada bütçe ve finans konsadilasyon dairesinde uzman yardımcısı olarak çalıştı. Yıllar boyunca hobi olarak araştırma ve deneme yazıları yazan Ertürk aynı zamanda toplumsal dayanışma derneklerinde gönüllü yardımlaşmada bulundu. Bu süre zarfında şahit olduğu ve dokunabildiği hayatların seslerine daha fazla kayıtsız kalamayıp 2017-18 yıllarında radikal bir karar vererek kadın ve toplumsal şiddet olaylarını inceleyerek topladığı gerçek hayat hikayelerinden yola çıkan romanlar yazmaya başladı. Şu an için dört romanı bulunan Burcu Ertürk, insanların hayatlarına daha yakından dokunabilmek ve seslerini duyurabilmek adına özellikle kadın meselelerini konu alan ilk romanı Yade’yi 2020 de yayımladı. Yakında ikinci romanı yayımlamak üzere çalışmalarına devam etmektedir. İdeali gerçek hikayeleri kaleme alarak okurlara ulaştırabilmek olan Burcu Ertürk hala İstanbul’da yaşamaktadır. “Çok istedim kalemi kırmayı ama o inatla yazdı.”