Nasıl Yapmalı?

Bir şiddet sarmalının acı yüzü görünür olurken çaresizlik hisleri eşliğinde açıldı yeni eğitim dönemi. “Ne yapacağız?, “Nasıl olacak böyle?” kaygısı fısır fısır konuşuluyor arkadaşlar arasında ve içimizde o yükü taşıyarak yaşar olduk.

Narin’e ne olduğunu Leyla’ya yapılanların cezasız kalışı hazırladı biraz.

AKP-MHP oylarıyla sürekli reddedilen soru önergeleri, daha başka açıklanmaya muhtaç durumlar ile adalete olan güvenin kaybedilişini daha da pekiştiriyor.

Gerçi artık açıklamalar tatmin etmez ki bizleri, biz artık açıklama değil yerli yerinde adil bir hukuk istiyoruz! Herkes için eşit işleyen bir hukuk!

Ve kürsülerden oy toplamak için sorumsuzca sarf edilen şiddet dolu sözler çok mu masumdu?

Birbirine güvensizliği, saygısızlığı, birbirini görmezden gelişi neredeyse yapısallaşmış bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplumu kindarlığa, şiddete, birbirine düşürmeye önce siyasilerin davrandığı bir ülkeyiz. Ne yazık ki ön teker arka tekeri çekiyor evet.

Hepimizi dumura uğratan ve madde kullanımıyla alakalandırılan cinayetler: Bir polisin 19 yaşındaki bir bağımlı tarafından öldürülmesi, iki genç kızın yine gencecik biri tarafından vahşice öldürülmesi!

Ve şimdi bu bilgilerle, bu yaşananlarla ne yapacağız? Toplum, vatandaş, yurttaş olarak bizler ne yapacağız? Hükümet edenler, meclistekiler, kanun koyucuları neleri nasıl yapmaya devam etmemeliler acaba?

Japon Balıkçısı şiirini bilirsiniz, Nazım Hikmet’in:

Balık tuttuk yiyen ölür

Elimize değen ölür

Bu gemi bir kara tabut

Lumbarından giren ölür.

Balık tuttuk yiyen ölür

Birden değil ağır ağır

Etleri çürür, dağılır

Tuzla, güneşle yıkanan

Bu vefalı, bu çalışkan

Elimize değen ölür.

Ne iç yakan dizeler! Uzun bir süredir böyleyiz; siyasetimiz, hükümet etme biçimlerimiz, arkadaşlık ilişkilerimiz dokunduğu yeri yakıyor, incitiyor, çürütüyor.

Badem gözlüm beni unut

Bu gemi bir kara taput

Çürük yumurtadan çürük

Benden yapacağın çocuk

Diye devam eden şiir sonra bir çığlıkla bitiyor: İnsanlar ey neredesiniz? Neredesiniz?

Neredesiniz?

Evet neredeyiz? Bunca olup biten karşısında neredeyiz? Bir çoğumuz arafta, gitmek istiyor, bu ülkeyi terk etmek, başka coğrafyalarda yaşamak istiyor. Kınadığımdan değil ama düşününce bu seferde aklıma Kavafis’in şu pek ünlü şiiri geliyor: Yeni bir ülke bulamazsın / Başka bir deniz bulamazsın/ Bu şehir arkandan gelecektir/ Sen gene aynı şehirde dolaşacaksın diyor ya. Çünkü gittiğimiz yerlere de götürürüz kendimizi!

Hem zaten on yıllardır tanıklık etmek zorunda bırakıldığımız şiddetler ne olacaktı? Akdeniz’i düşünün: Dalgaların arasında can pazarı izledik, dışarıdan okul bitirmeler gibi hani pek revaçta ya son yıllarda Türkiye’de, o hesap tekrar bir hayat kazanmak isteyenlerin canlarını komşu ülkelerin tacirlerine satmalarını ve sonra botlarla batmalarını izledik, hala izliyoruz. Şehirlerin yerle bir edilişini gördük komşu ülkelerde, yanı başımızda cinneti, savaşı, inanamayışı, aldanışı, alçalışı gördük. Peki bizim payımız neydi tüm bu olanlarda?

Türkiye’de Paranoid Ethos

Pek cüretkâr yöneticiler, başkanlar gördük, halklarını ateşin ortasına atmaktan kaçınmayan: Rusya Ukrayna’ya girdi, farklı güçler Suriye’ye girdi; ülkeler sınırlarını sınır dışlarından korumaya çalışmak gibi bir “refleks” geliştirdiler, İsrail’in yaygınlaştırdığı şiddet ortada! Türkiye’de muhafelet tarafından bu bağlamda bir hayli eleştirildi. Bunca şiddete şahitlik ediyoruz ya nereye gidiyor, nereye depoluyoruz bu içimize sindiremediklerimizi?

Ve bizim payımız? İnsanlar olarak, vatandaşlar olarak, ülkemiz olarak, hükümet edenler olarak yaşananlardaki birer birer payımız nedir? Bunu konuşmadan asla yol alamayacağımız çok açık. 2018 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim üyesi olan Murat Önderman’ın Türkiye’de Paranoid Ethos isimli bir kitabı yayımlandı. Kitap Türkiye toplumunun anatomisini inceliyor. Paranoya terimini psikoloji ve benzeri psi bilimlerinin kullandığı anlamda değil sosyal kültürel bir anlamda kullanıyor. Ethos yani “topluma baskın niteliklerini sağlayan sosyal inançlar” olarak anlayabiliriz (Öndermen, sf: 63-64). Ethos kavramını iklim olarak da anlayabileceğimizi söylüyor yazar. Bu bağlamda ülkemizin iklimi tekrar tekrar üretilen yazarın paranoid olarak adlandırdığı kültürel ve sosyal ilişki biçimleri üretiyor. Öndermen’a göre paranoid ethos’un ülkemizde kurucu bir özelliği var, bu yüzden çok önemli.

Kolektivist ve tekilci bir sosyallik üretiminden söz ediyoruz yani, birey olamıyoruz ez cümle. Birey olmak ahlaki sorumluluğu dışarının ve bir otoritenin güdümü olmadan da içinde hissedebilmek demek.İşte bunu yapamıyor olduğumuz içindir ki yeri geldiği zaman hem kendimize hem de olmaması gereken bir durum karşısında buna izin vermem diyemiyoruz.

Ayrıntılara bir sonraki metinde devam edeceğim.

 

Önceki İçerikTanrıların Bile Yüreklerini Oynatan Eros
Sonraki İçerikBir Metafor: Yalnız Avcı