Artık Zühtü Amca ve Kako Ali’yi tanıdınız. İstanbul’un arşınlıyorlar, bu ay Türkiye’nin en tanınmış sınıfı Hababam’ın okuluna Adile Sultan Korusu’na gittiler.
– Sorma, Zühtü Amca! Sınavların yoğunluğundan gözümü açamaz haldeyim. Sen de olmasan, dışarı adımımı atamayacaktım.
– İyidir evlat, iyidir. Çalışmak, zihni işletmek, yeni şeyler öğrenmek her daim iyidir.
Kıymetini bil bu zamanların, ilerleyen yaşlarda hayat gailesi, seni bu günlere hasretle baktıracak, benden söylemesi. Bir büyük tavsiyesi olarak al, koy bir kenara.
– Doğru söylüyorsun Zühtü Amca. Ama çok bunaldım işte. Gün aşırı sınav olunca, nefes almak için evden nasıl kaçtım, anlatamam.
– Demek ders çalışmaktan bu kadar çok sıkıldın Kako Ali?
O halde gel bugün, Türkiye’nin en meşhur öğrencilerini ve dolayısıyla sınıfını, hatta en meşhur öğretmenlerini barındırmış bir mekana gidelim.
– Zühtü Amca yapma Allah aşkına. Ben derslerden, okuldan sıkıldım diyorum, nefes almak için dışarı çıkıyorum, sen bana; öğrencilerden, sınıflardan, okuldan bahsediyorsun.
– Dur bakalım çocuk, hemen direnç gösterme. Gideceğimiz yeri duyunca çok sevineceğine eminim.
Zühtü Amca’nın yüzünde yaşından çok daha genç ve hatta çocukça olan o hınzır gülümseme yine belirmeye başlamıştı. İşte bu anlar, yine beni şaşırtacağının en büyük işaretini veriyordu. Yavaş yavaş tanıdığım bu engin kişiye, gitgide kendimi çok daha yakın hissediyordum.
– Zühtü Amca yine bana bir sürprizin var sanırım!
– Artık sürpriz mi, değil mi orasını ben bilmem. Ancak, tam da senin şu günlerdeki halet-i ruhiyene ilaç olacak bir yere gideceğiz.
Merakımı derinleştirmek için çaba gösteriyordu sanki. Nedendir bilmem, bir anda heyecanlanmaya başlamıştım.
– Alicim gel şu yeni açılan pastaneden sıcak birer poğaça alalım. Yürüyerek giderken, bir iki lokma bir şeyler atıştırırız.
– Yürüyerek mi gideceğiz? Yakın mı o kadar? Zühtü Amca; haydi söyle nereye gideceğimizi, hakikaten çok merak eder oldum.
– Elbette yürüyerek gideceğiz, burnumuzun dibinde zaten. Adile Sultan Kasrı’na gideceğiz, Alicim. Haydi gel girelim şu pastaneye.
– Girelim girmesine de, orası neresi?
– Evladım iki dakika sabret. Yolda anlatacağım.
Zühtü Amca’nın, arada bir gizemli bir havaya bürünme şekilleri vardı. Anlatacaklarını hiçbir zaman direkt olarak söylemiyor, genellikle bir merak havası uyandırmaya çalışıyordu. Aslına bakınca bu yöntem anlattıklarının akılda kalmasını da sağlamıyor değildi.
İştah açan kokuları takip ederek, pastaneye girip poğaçalarımızı aldık. Yolun karşısına geçtik, Validebağ Devlet Hastanesi’ni sağımıza alarak, yokuşu tırmanmaya başladık.
Yokuşun tepesine vardığımızda, derin bir nefes verdi Zühtü Amca. Bana dönerek:
– Ali biz nereye gidiyoruz şimdi?
Bir an duraksadım. Soruya şaşırdım, gittiğimiz yeri kendi söylemişti oysa ki.
– Adile Sultan Kasrı’na gitmiyor muyuz, Zühtü Amca?
– Evet, doğru. Peki Adile ismi sana en çok kimi hatırlatıyor?
– Kimi olacak, elbette ki Adile Naşit’i.
Gülümseyerek: İz üstündeyiz artık, Ali. O halde söyle bakalım Adile Naşit’i en çok hangi rolde seversin?
Hiç tereddütsüz cevap verdim;
– Hafize Ana!
– İşte Hafize Ana’nın evine haylaz öğrencilerin altında ezilmemek için elindeki zili çala çala koşarak indiği merdivenlere, Hababam Sınıfı’na gidiyoruz Ali!
– İnanmıyorum sana Zühtü Amca! Bu harika bir fikir. Hababam Sınıfı bir fenomendir, bir efsanedir benim için.
– Sadece senin için değil Kako Ali, belki de son 50 yıl içerisinde doğan herkesin okuduğu okulda en azından bir Hababam Sınıfı, bir İnek Şaban, bir Kel Mahmut vardır.
Hababam Sınıfı bir film serisi olmaktan çok çok öte, bir başyapıttır.
– Demek yürüyerek gidebileceğimiz bir yerde bu Adile Sultan Kasrı.
– Hemen komşu mahallemiz, Alicim. Koşuyolu, Validebağ korusu içerisinde. Yani, şu duvarın hemen arkası.
– Yıllarca önünden geçtiğim duvarların arkasında, demek casino online ki en sevdiğim filme ev sahipliği yapan mekan varmış. Bunu şimdi öğrenmiş olmam da benim eksikliğim olsun, Zühtü Amca.
– Ben her daim diyorum, Alicim. Yaşadığın şehri iyi tanıyıp, bilmelisin. Hele ki bu şehir İstanbul ise öğrenecek, şaşıracak çok şeyin var daha.
“Ne güzel bir gün bugün” diye geçirdim içimden. Öğrencilik hayatım boyunca her boş zamanımda, arkadaşlarım Kemal, Barış ve Serhat’la birbirimize Hababam Sınıfı repliklerini tekrarlar, güldükçe gülerdik. Şimdi o günleri yad etmek, sayısız kere izlediğim o güzel filmlerin adeta içine girebilmek, ne büyük bir fırsattı benim için.
– Haydi Zühtü Amca, hemen devam edelim. Bir an önce görmek istiyorum Hababam’ı.
Hızlı adımlarla devam ettik, Tophanelioğlu Caddesi üzerinde. 2-3 dakikalık bir yürüyüşten sonra beni hayal kırıklığına uğratan bir kapıdan, kırık dökük yolları olan virane görünümlü bir bahçeye girdik.
– Veysel Efendi’nin beklediği kapı bu halde olmasaydı, keşke.
– Haklısın Ali, bahçenin ve çevrenin durumu harap. Ama merak etme Özel Çamlıca Lisesi yepyeni haliyle şu ağaçların hemen arkasında bizi bekliyor. Çok güzel restore ettiler. Tam beş sene sürdü restorasyon.
Zühtü Amca haklıydı. İşte Özel Çamlıca Lisesi! Hababam’ın okulu.
– Bina gerçekten çok ihtişamlı. Gözler Mahmut Hoca’yı arıyor pencelerde, değil mi Zühtü Amca?
– İkimiz bir Fenerbahçe maçı için okuldan kaçmış olsaydık, emin ol merdivenlerde bizi bekliyor olurdu.
– İhtişamlı bir bina elbette. Ne de olsa Osmanlı yapısı. Bu tarihi mekan Hababam Sınıfı çekimleri başlamadan yaklaşık 120 yıl önce, sene 1853’te Sultan Abdullaziz tarafından, kız kardeşi Adile Sultan’a hediye olarak yaptırılmış. Mimarı Nigoğos Amira Balyan, nam-ı diğer Balyan Kalfa olup, 354 bin metre karelik bir arazinin ortasına kurulmuştur. Bu kasır o günlerde bugüne farklı amaçlar için de kullanılmış, Alicim. Örnek olarak bir süre o zamanki adıyla ‘Darü’leytam’ yani yetimler yurdu, devamında bir prevantoryum olarak kullanılmış.
– Prevantoryum ne demek Zühtü Amca?
– Tüberküloz yani verem mikrobunu almış ancak hastalığın etkisine henüz girmemiş kimselerin bağışıklık sistemlerini güçlendirmek amaçlı kullanılan tesis, demek Alicim. Bu tarz önleyici yöntemlerde başarı sağlanamayan hastaların Du hittar omkring 30 spel i mobil casinot . bir sonraki adımları ise, Seantoryumlar olurmuş genellikle.
– Adam yürüyen ansiklopedi, diye geçirdim içimden. Acaba bunların hepsine beni buralara getirmeden önce çalışıyor olabilir miydi? Ben bunları düşünürken, devam etti:
– Takip eden yıllarda ise sağlık merkezi olarak hizmet vermeye devam eden bu yapı, Hababam’a ev sahipliği yapıp bugünlerde de Öğretmen Evi rolü ile ayakta kalmayı başarmış.
– Ah be Zühtü Amca! Ne kadar mutlu oldum anlatamam. İşte şu camdan tatbikat için atlayan Badi Ekrem şu ağacın altında sözde aşk mektubunu okuyan İnek Şaban, Şaban’a hain planlar peşinde olan Güdük Necmi, haftasonu sevgilisine kaçması gereken Damat Ferit, o meşhur merdivenlerde askere uğurlanan Hayta İsmail..
– Bitti mi, Ali? Refuze Ekrem, Kel Mahmut, Hafize Ana, Külyutmaz, Veysel Efendi, Domdom, Tulum Hayri, Müfettiş Hüseyin Şevki Topuz, unutulur mu hiç?
– Unutulmaz elbette, Zühtü Amca. Hepsinin ayrı bir tadı; hepsinin ayrı bir keyfi, anısı vardır zihinlerimizde.
Bu keyifli anılar beni düşüncelere daldırıyor. Karşımıza nerede çıkarsa çıksın Hababam’ı görünce, her ne kadar tüm replikleri ezbere bilsek de, sanki ilk defa izliyormuşçasına, büyük bir keyifle izlediğimizi düşünüyorum.
Bu eserin bir şaheser olmasında payı olan, kimler yok ki? Başta Rıfat Ilgaz ve Ertem Eğilmez; devamında Müniz Özkül, Adile Naşit, Şener Şen, Tarık Akan, Kemal Sunal, Halit Akçatepe ve niceleri…
Tüm karakterlerin hepsi kendi şahıslarına özgü olmalarının yanı sıra, hepsi aramızdan biri gibiydi. Hepimizin çevresinde, sınıfında bir Şaban bir Güdük ya da bir Damat vardı ve hala da var. Zamansız bir eser, bu Hababam Sınıfı.
– Alicim gel bir turlayalım etrafında, Adile Sultan Kasrı’nın.
– Sonrasında içeri girip o meşhur merdivenleri de göreceğiz, değil mi Zühtü Amca?
– Elbette evlat.
Binanın çevresini dolaşırken aklımdan, Badi Ekrem’in beden eğitimi derslerindeki maceraları, Hababam’ın yasağa karşı gelip ön bahçede yaptığı futbol maçları, binanın çatısında Mahmut Hoca’dan gizlice sigara içerken çıkan dumanın olduğu sahnele, teker teker geçiyordu.
– Zühtü Amca, sanki bir köşeden Kel Mahmut çıkacakmış gibi bir his var içimde.
– Ne o Alicim sen de mi Hababam’ın bir öğrencisisin yoksa?
– Hangimiz değiliz ki? Bana Damat Ferit derlerdi sınıfta.
– Serde çapkınlık var herhalde?
Gülüşüyoruz karşılıklı. Okulun girişindeki merdivenleri Zühtü Amca bir yandan, ben bir yandan tırmanıp, kapıdan içeri giriyoruz.
– İtiraf etmem gerekli ki Hababam’ın çekildiği dönemden çok daha etkileyici görünüyor gözüme. Anlaşılan restorasyon titizlikle yapılmış.
Zihnimizde kalan Hababam görüntüleri ile şimdi gördüklerimizi bağdaştırmaya çalışarak, tüm okulu dolaşıyoruz. Elbetteki en kolayı Hafize Ana Merdivenleri oluyor.
– Elinde zille nasıl canhıraç inerdi bu merdivenlerden Hafize Ana, değil mi Ali?
– Evet, Zühtü Amca. Hababam da arkasından haylaz haylaz, bahçeye koştururdu.
– Tarihi bir binada yine tarihe mal olmuş bir eseri andık, bugün seninle Alicim.
– Zühtü Amca sınavlardan bu kadar bunaldığım bir dönemde, beni yine okulu kullanarak kendime getirdin ya, sana ne desem, ne kadar teşekkür etsem azdır.
– Sadece bana değil evlat! Burayı yapana, yaptırana, Hababam’ı yazana, filme çekip oynayana, emeği geçen kim varsa, hepsine teşekkür etmek lazım.
– Haklısın, Zühtü Amca.
– Haydi Kako Ali, eve dönme zamanıdır.
– Hababam, GÜM GÜM GÜM!!!
Ayhan A. Birlik