Bu yazıyı hazırlarken, karşımda TV açık ve belgesel kanalını izliyorum. Milyonlarca yıldır yaşayan köpek balıkları, somon balıkları, doğanın dengesi, yaşamın düzeni hatta kusursuzluğu… Doğanın bu düzenini fark edince, insan ister istemez kendi yaşamını ‘insanca’ yaşamını sorguluyor. Tabiatın yaşam döngüsüne çomak soktuğumuzu zaman zaman düşünüyorum. Aslında büyük bir ikilem bu… Hem yaratıcı ilham alıp, icatlar geliştiriyoruz, bir yandan da yıkıcı yanımızla menfaatimizi geliştirirken bindiğimiz dalı kesiyoruz.
Doğanın tıkır tıkır işleyen düzeni içinde biz ne kadar uyumluyuz, birbirimize ne kadar saygılıyız hatta saygılı mıyız, birbirimize hoşgörümüz var mı, birbirimize tahammülümüz var mı diye aklımdan geçti. Son günlerde yaşadığım birkaç olayı paylaşmak istedim. Aşağıda anlattığım örneklere yorumları ve iç değerlendirmeleri size bırakıyorum. Ve bu davranışların yaygın olmamasını dileyerek burada sözümü balla kesip anlatmaya başlıyorum.
1- Bir iki gün önce feribota bindik, arabayı kilitleyip güverteye çıktık. Trabzanlara yaslanmış denizi seyrederken, yanımızda iki kadının konuşmalarına kulak misafiri oldum. Bir tanesi denizdeki bolca beyaz denizanasını görüp biraz da tiksintili bir tonda şöyle dedi: “Ne kadar da çok denizanası var, ne işleri var burada?” Diğeri yanıtladı: “Farkında mısın, onlar denizanası ve deniz onların yaşam yeri, nereye gideceklerdi?” Bu açıklama içeren yanıt ufak bir iğneleme de içeriyordu. Gerçekten öyle değil mi? Bize hoş görünmüyor ya da korkuyoruz diye bir canlının yaşam yerini eleştirmek nasıl haddimiz olabilir ki? Onlar denizanası ailesi ve kalabalık olarak denizde yaşayacak elbette. Biz buna ancak saygı gösterebiliriz.
2- Bir gün Suadiye sahilde banklarda oturmuştum, denizi seyrediyor ve dinleniyordum. 3-4 yaşlarında bir çocuk geçti önce 10 metre kadar geriden ailesi geliyordu. Derken ailenin yanından bisiklete binen bir erkek geçti. Anne hemen seslendi küçük çocuğa: “Bisikletli geliyor, seni ezecek kenara çekil.” Bu cümle beni çok rahatsız etti, ya sizi?
Bir kere “bisikletli” diye tanımladığı bir insan, senin benim gibi. Canavardan bahseder gibi nasıl bir tanım bu? Bisikleti kullanırken önüne çıkanları gören, ayağında pedalı, elinde freni olan bir insan! Üstelik nasıl bir ön yargıdır ki “bisikletli bir canavar” yaratıyorsun ve mutlaka ezeceğini düşünüyorsun? Çocuk bu duyguyla yetişirken bisiklete binenlere saygı duymak yerine, kendini yok edecek bir tehlike olarak görmeyecek mi? Ve her önüne çıkan insanı da potansiyel tehlike!
3- Altınova’da (Ayvalık) annemin yazlık evi var. 37 yıldır gittiğimiz birkaç nesil bir arada yaşadığımız birbirini tanıyan, 400 haneli bir yazlık site burası. Geçen yıl sitemizin gençlerinden Sevgili Okan, girişimcilik örneği yaparak rüzgâr sörf kursu açtı. Çok da iyi oldu, iki yıldır severek yapıyorum, öğrendikçe yelken büyütüyorum, rüzgarın eliyle denizde özgürce tur atıyorum. Ben ve benim gibiler rüzgarı dört gözle bekliyoruz, bayrağı dalgalandırdığı an sörf tahtasını ve yelkeni kaptığımız gibi denize koşuyoruz. Elbette denizde yalnız değiliz. Yüzen insanların arasından geçiyoruz zaman zaman. Yine böyle bir gün yüzen bir grubu görünce yelkeni suya attım ve hareketsiz olarak geçmelerini beklemeye başladım. Üç kişiydiler. Tam yanımdan geçerken içlerinden biri gayet tavırlı edayla arkadaşına dedi ki “Başkaları dikkat etmiyor bari biz dikkat edelim.” Bu sözleri hak etmiyordum hemen tepki verdim biraz da sinirli “Rica ederim, yelkeni bıraktım hareketsizim, görünce hemen duruyoruz, tehlikeli durum yok, neden söylüyorsunuz böyle?” deyince ‘vur kaç’ modundaki hanım tavrını bu sefer yumuşatarak “Siz dikkat ediyorsunuz ama başkaları etmiyor.” diye devam etti. Hayır, bunu da kabul etmedim. Çünkü, biz sörfü kullanırken etrafa duyarsız ve kapalı değiliz! Görüş açımız açık. Baktık ki başka bir sörfçü ya da yüzen kişiler var, hemen önlemi alıyoruz. Üstelik biz sörf üzerine çıktık diye canavar mı olduk? Egolarımız şişti karşımızdakini yok etmek mi istedik?
Yukarıda anlattıklarım birbirinden ayrı yerlerde, ayrı ayrı ortamlarda dikkatimi çeken olaylar. Bireysel bakınca önemli olmayabilir ancak ben bu ve bunun gibi olayları birleştirince oluşan puzzledan memnun kalmadım. Çocukluktan itibaren karşımızdakine güvenmek yerine karşımızdakini tehlike hatta “yok edici tehlike” görüyoruz endişesine kapıldım.
Oysa biz, birbirimize tehlike değiliz hiç olmadık. Biz birbirimizi biliriz, kendimize ve karşımızdakine, yanımızdakine, uzaktakine, yakındakine, herkese önce saygı duyarız, duymalıyız.