Dünyanın en çok okunan kadın yazarlarından biri olan Jane Austen hakkında bildiklerimiz, bilmediklerimiz ve çok daha fazlası…
Dünyanın en çok okunan kadın yazarlarından biri olan Jane Austen, İngiltere’nın Hampshire kentinde, orta seviyede bir taşra ailesine ait bir manastır evinde doğduğunda, hayatın sürprizlerinden, tüm bebekler gibi bihaberdi. İki buçuk yaşına kadar yaşayacağı bu manastır evinde, din görevlisi babası, annesi, altı erkek ve bir kız kardeşiyle sıradan bir yaşamı vardı. Uzunca bir süre evde aldığı eğitimine, 1783 yılında Oxford’da devam etmesinin mükafatı, dönemine göre oldukça bilgili bir genç kadın olmasıydı. Yazma tutkusu benliğiyle buluştuğunda, yıl 1787’ydi. Ailesi tarafından gördüğü destekle yazıyor, yazıyordu. Babası, en iyi şartlarda çalışabilmesi için elinden geleni yapmakla kalmamış, kızına bir yayıncı bulması için de yardımcı olmuştur.
Jane bir yandan, o yıllar için hiç de alışık olunmadık bir şekilde yazılarıyla uğraşırken, diğer taraftan da, yaşıtı genç kızların benzeri bir yaşamın içindeydi. Uzun yürüyüşlere çıkıyor, ev işleri yapıyor, arkadaş toplantılarında dans ediyor ve piyano alıştırmalarıyla vakit geçiriyordu. İki erkek kardeşi babalarının yolundan ilerlerken, diğerleri gemici olmayı seçmişlerdi. Jane’in sırdaşı ise kızkardesi Cassandra’ydı. 1787 yılında ilk romanını bitirmenin doyumsuz heyecanını da yine onunla paylaşacaktı.
Aile 1801’de kaplıcalarıyla ünlü Bath bölgesine taşınmalarının ardından babalarını kaybedince, Southhamptan’ a, bir kaç yıl sonra da, erkek kardeşlerinden birinin kendilerine tahsis ettiği Chawton’daki evlerine yerleştiler.
Jane’nin biraz da olsa renklenmeye başlayan hayatı, daha aktif bir sosyal yaşamı da beraberinde getirmişti. Bu şehirde tanıyıp, dostluk kurduğu bir çok insanı romanlarının gözalıcı kahramanları haline getiren yazar, yazım hayatının mihenk taşı olabilecek yapıtlarını da Chawton’da kaleme almıştır.
Jane ve Cassandra’nın evlilik yaşları geçmeye başlamıştı ve mali problemleri sebebiyle ikisi de iyi birer evlilik yapmak zorundaydılar. Zamanın gereği üzere, kadınların ne aile mirasından pay alabilme, ne kendi kazançlarını temin edebilme şansları olmadığından, tek kurtuluşları cüzdanları hayli kabarık koca adaylarıyla tanışabilmekti. Annelerinin de uyarılarıyla, iki kızkardeş bunun için epeyce çabalamış, Jane tüm bu yaşananları Sense and Sensebility adlı romanına konu seçmiş ve yer yer mizahi bir dille anlatmıştır.
Jane Austen’ın kadın karekterleri, tıpkı kendisi ve kardeşi gibi, maddi açıdan yetersiz oldukları için evlenmek zorundadırlar. Sık sık kadının evlilikle beraber elde ettiği toplumsal ve ekonomik güvenceyi ele aldığı romanları her ne kadar romantizm kategorisinde değerledirilse de, aslında döneminin bu ve bir çok gerçeğini yansıtması sebebiyle realist akıma da yakın durmuştur.
Baş kahramanları hep kadınlardır. Dönemine aykırı, korkusuz ve cesur kadınlar. Ve bu kadınlar en sonunda mutlaka evlenirler. Buradaki ironi ise, ne kendisinin, ne de kızkardeşi Cassandranın hiç evlenmemiş olmalarıdır.
Jane’nin anlatımı sade, aynı zamanda mizahi, aynı zamanda gerçekçi, aynı zamanda ince bir romantizmle süslüdür. Tüm bunları bir arada ustalıklı bir şekilde kullanabilmeyi ise, zekasına ve gözlem yeteneğine borçludur. Yarattığı güçlü kadın karakterleriyle, romanlardaki alışılagelmiş erkek egemen söylemi değiştirmeyi başaran bir kadın yazar etiketiyle anılacaktır her zaman.
Sosyal olaylara yaklaşımı ironiktir çoğunlukla. Kasabalarda dönen entrikaları, insanlar arasındaki iki yüzlü ilişkileri nükteli bir dille hikaye ederken, bu sıradan hayatların, küçük hesapların arasında, birbirlerine büyük aşklarla bağlı güçlü kahramanları vardır.
Her zaman sade ve gözlerden uzak bir yaşamı tercih eden ve romanlarını takma bir isimle yayınlamak zorunda kalan Jane Austen’ın olağanüstü düş gücü, onu tüm zamanların en çok okunan romanı Pride and Prejudice’ı yazmaya yönlendirmiştir. Ve romanın erkek kahramanı, hala çoğu kadının hayallerinin erkeği olan Mr. Darcy! Gerçekten var olmuş mudur bu adam zamanın bir yerlerinde? Yoksa tamamıyla Jane’ın hayallerinde mi kalmıştır?…
Jane hayatının tek ve en büyük aşkını, Hampshire’da kısa bir süre komşuları olan Tom Lefroy’a karşı hissetmiştir. Genç bir hukuk öğrencisi olan ve masrafları amcası tarafından karşılanan Tom, Hampshire’a kısa bir gezi için geldiğinde, burada tanıştığı Jane’den çok etkilenmiş ve aralarında bir aşk başlamıştır. Aşk hep kazansa ne iyi olurdu! Ama Jane’le Tom’un hikayesinde kazanan maddiyattı maalesef. İkisinin de maddi durumları elvermediği için sevdaları yarım kalmıştır. Tom zengin bir kızla evlenmiş, kızına sevdiği kadının adını vererek bir saygı duruşunda bulunmuştu aşka. Jane ise, Tom’dan, Mr. Darcy isimli bir kahraman yaratarak, onu ölümsüzleştirmeyi tercih etti.
Altı romana imza atan Jane,henüz genç sayılabilecek bir yaşta yaşama veda ettiğinde tanınan bir isim değilse de, 40’lı yıllardan itibaren dünyanın en iyi yazarları arasında kabul edilmeye başlanmıştır. Ve hayat hala binlerce sürprizle doludur. 19. yüzyılın kendi halindeki yazarı Jane Austen, 21. yüzyıldaki en popüler isimlerden birisidir. Tüm romanları ve hayatı defalarca sinemya uyarlanmıştır. Bununla da yetinilmemiş, 2008 yılı BBC tarafından Jane Austen yılı olarak ilan edilmiş, dört romanı televizyon dizisi yapılmıştır. Bununla da yetinilmemiş, dünyaca ünlü Penguın yayınları tüm romanlarını özel kapaklarla yayınlamıştır. Hakkında hala bir çok kitap yazılmakta, kahramanlarının tshırtleri, oyuncakları, çantaları kapış kapış satılmaktadır. Internette adına açılmış siteler, milyonlarca hayranı tarafından takip edilmektedir. Evi müze haline getirilmiş ve ziyaretçi akınına uğramaktadır.
Eski zamanların bu naif kadını, şimdinin ikonudur artık. Mucizeler sınırsızdır ve hep devam ederler.
Jane Austen’ın annesi ve kardeşiyle 1809’da taşındığı bu ev, müzeye çevrildi.