Roma Amor

Roma denince nedense akla ilk Colosseum gelir. Halbuki Roma”ya gidince gözünüz orayı görmez bile. Gözünüz nereye bakacağını şaşırır çünkü.

Yurtdışında ilk gittiğim yer: Roma…

Her sokağını görmek istediğim, dolaşmaya doyamadığım şehir. Ve şimdi yeniden yollarına düşüyorum. Önce sadece Milano”ya gitmek için plan yapmaya başladık, ama o kadar yaklaşmışken onu görmeden edemezdim…

Roma denince nedense akla ilk Colosseum gelir. Halbuki Roma”ya gidince gözünüz orayı görmez bile. Gözünüz nereye bakacağını şaşırır çünkü.

Vatikan, içine girdiğinizde Latince bilmediğiniz için kendinizi eksik hissettirir.

Aşk çeşmesi, içine atacağınız birkaç cent hayatınızı değiştirecek sanırsınız.

Venedik sarayı, öyle ihtişamlı ki gözünüzü alamazsınız.

İspanyol Merdivenleri, tırmanmaktan değil oradaki kalabalıktan korkarsınız.

Sokak aralarında karşınıza çıkan küçük şirin meydanlarında bir kahve molası vermekten kendinizi alamazsınız.

Armani mağazalarının sokak aralarında kaybolduğu, scooterların trafiğe hakim olduğu, pizza ve kahvenin her türlüsünü tadabileceğiniz bu şehre tekrar gideceğim için çok mutluyum.

Roma Benim Rüya Şehrim
Pek çok Avrupa şehrini gezdikten sonra buraya dönünce neden böyle hissettiğimi daha iyi anladım. Roma küçük İstanbul gibi de ondan… Kalabalığı, kuralsızlığı, güzellikleri, insanları… Roma’da beni cezbeden başka bir şey ise ihtişam. İhtişamlı meydanlar, ihtişamlı kiliseler, ihtişamlı saraylar, ihtişamlı bahçeler, ihtişamlı Colosseum.

Pisa’dan Roma’ya Akdeniz kıyı şeridini takip eden bir trenle geçiyoruz. Kompartmanlı trenimizden denizi seyrederek Roma’ya gitmenin heyecanını bastırmaya çalışıyoruz. Ben yerimde duramıyorum.

Roma merkez istasyonunda trenden iniyoruz. Otelimiz buraya 5 dakika mesafede. Zaten otelimizin olduğu cadde oteller caddesi gibi sağlı sollu pek çok otel var. Ama biz otelimizi bulmakta zorlanıyoruz, çünkü otelimize bir avludan giriliyor. Booking.com üzerinden ayarladığımız Otelimize vardığımızda otel sahibimiz bizi çok misafirperverce karşılıyor, bize içecek ikramında bulunuyor. Buraya gelene kadar İtalya’daki diğer otellerdeki muameleden sonra bu amca bizi oldukça eğlendiriyor. Roma’ya yolunuz düşerse Accommodation Delia‘da kalmanızı tavsiye ederim.  Hem şehir merkezine hem de her türlü ulaşıma çok yakın.

Roma’da ilk gecemiz, çevreyi tanıma turu ile başlıyor. Tıpkı Türkiye’de her şehirde bir Cumhuriyet Meydanı olduğu gibi Roma’da da var Republica meydanından Aşk Çeşmesi’ne, oradan da Venedik Sarayı’nın önünde Colosseum’a hızlı bir tur atıyoruz. Roma bıraktığım gibi

San Pietro’dan Roma’ya Panoramik Bakış

Ertesi sabah tabii ki ilk ziyaret noktamız Vatikan. Vatikan’ı ilk gördüğümde ihtişamı beni öyle çok etkilemişti ki sabahı iple çekiyordum. Otelden Vatikan’a gitmek için metroya biniyoruz. Roma metrosu bu güne kadar gördüğüm en pis metro. Bizim eski köy otobüslerindeki ağır koku bu metroya hakim. Zaten Roma’da zayıf bir metro ağı var. Ulaşım açısından da İstanbul ile çok benzerlik gösteriyor. Trafikte tıklım tıklım otobüsler, dar ara sokaklarda minibüse benzer küçük otobüsler.

Vatikan’ın önündeki uzun kuyruk her zaman olduğu gibi bizi karşılıyor. Ama biz Türk usulü ile sıraya kaynak yaparak kısa sürede içeri girmeyi başarıyoruz. İlk görülecek yer San Pietro kilisesinin kubbesi ve çatıdan Roma’ya panaromik bakış. Bu manzarayı seviyorum. Burada küçük bir Türk işi tiyo: Kubbeye çıkış için asansör ve merdiven olarak iki ayrı seçeneğiniz var. Asansör için 2 € fazla ödüyorsunuz. Ama ana kontrol noktasını geçtikten sonra kimse bilet kontrolü yapmıyor. Merdiven bileti alarak asansörü kullanabilirsiniz.

Kubbenin içinden kiliseye tepeden bakıyoruz. Yükseklik korkum nedeniyle çok kenara yanaşamadan bakıyorum. Baş döndürücü güzellikte. Keşke latince bilsek de şu duvarlar ne anlatıyor anlasak…

Kubbeye kadar merdiven var ama sonrası daracık bir merdiven. Merdiven 300 basamak filan. İnsan tırmandıkça daha da sabırsızlanıyor. Yaşlı başlı teyzeler azimle tırmanıyor. Ve sonunda çatıdayız. Bütün Roma ayaklarımızın altında. Manzara gerçekten görmeye değer.

Bu klasik fotoğrafı görmeyen yoktur herhalde. Olsun ben de kendi ellerimle çektiğim bu fotoğrafı koymadan edemedim. Bunun bir de Colosseum versiyonu var. Geldiğimiz daracık merdivenlerden sonra asansöre binip aşağı iniyoruz. Artık kilisenin içini gezeceğiz. Kilisenin içinde tripot kullandırtmıyorlar. Bir poz bile alamadan görevli gelip kapattırıyor tripotumuzu, sonra havaalanında veda edeceğiz emektar tripodumuza henüz haberimiz yok. Titrek de olsa bir sürü fotoğraf çekmeden ayrılmak mümkün değil.

İstemeye istemeye ayaklar burada kalmak isteye isteye San Pietro Meydanını geçip Vatikan’dan ayrılıyoruz. Hazinelerin olduğu bölümlere filan gitmiyoruz çünkü Roma’da zaten iki tam günümüz var. Önce Roma’nın dış güzelliklerinin keşfini bitirmeliyiz.

Sırada Sant Angelo Köprüsü ve Kalesi var. Burası Tiber nehri kıyısında bir kale. Zamanında pek çok soylu korunmak için bu kaleyi seçmiş. Şimdi ise turistlerin ve seyyar satıcıların istilasına uğramış. Tiber nehri Roma’nın içinden geçip gidiyor. Her güzel Avrupa şehrinin sanki olmazsa olmazı bu nehirler. Roma’da nasibini almış elbette.

Sen de mi Brutus?

Buradan sonra Roma’nın merkezine doğru yola çıkıyoruz. İlk uğrayacağımız yer Piazza Navona. Ben bu meydanı çok ama çok seviyorum. Meydanı iki havuz ve bir sürü sokak ressamı ile çevresinde cafeler dolduruyor. Beni bırakın hep burada kalayım hissine kapılıyorum bu meydana ne zaman gelsem.

Sanatçı duygularım kabarıyor herhalde burada. Paris’te de Sacre Cour da bana aynı NorgesAutomaten, sammen med SverigeAutomaten og Danmarksautomaten er basert pa beste online casino Euro-themet, og driftes i dag av Betsson-gruppen. hisleri uyandırmıştı. Navona meydanını çevreleyen onlarca sokaktan birine dalıyor, Pantheon’u bulmaya gidiyoruz. Pantheon da Roma’daki ihtişam abidelerimden biri. Bu meydan da Roma’daki meydanlar arasında ilk beşim arasına girer. Pantheon’un çapı ile yüksekliği birbirine eşitmiş. İçini fazla restore etmişler, sanki dün yapılmış gibi duruyor ne yazık ki. Dışı ise heran yıkılacakmış gibi. Meydan cıvıl cıvıl, burada biraz daha vakit geçiriyoruz ama aklımızda hep bir sonraki göreceğimiz yer buradan daha mı etkileyici olacak sorusu…

Yol üstünde “Sende mi Brutus?” hikayesinin geçtiği tarihi eserlerin olduğu bir meydandan daha geçeriyoruz. Gitmediğimiz hiçbir meydan kalmasın gibi bir hırsla yeniden Tiber Nehri kıyısında buluyoruz kendimizi. Bir ara ara sokaklarda kaybolup Roma’nın kalbine doğru bir eğri çiziyoruz. Capitoline tepesine ulaşıyoruz ve ben yine çok etkileniyorum. Çünkü bu meydandaki herşey simetrik. Michelangelo’nun ellerinden çıkan meydanda heykeller, binalar ne varsa hepsi simetrik. Deli işi bu diye dgfev online casino düşünmeden edemiyor insan. Tepeden inip sağa döndüğümüzde Romalıların sevmediği ama benim çok sevdiğim yine ihtişamıyla gözleri alan bir yapıyla karşılaşıyoruz. Venedik Sarayı’nın karşısındaki bu koca anıtı Emmanuel karısına düğün hediyesi olarak yaptırmış. Roma’nın neredeyse heryerinden görülebiliyor ve genel mimari ile çelişki oluşturuyor. Romalılar bu yüzden sevmezlermiş.

Bunu bir de gece görmek lazım diyip yolumuza devam ediyoruz. Çünkü tarihi yerler yavaş yavaş kapanmaya başlıyor. Netekim, Coloseuma gidip kapıdan dönüyoruz, çünkü ziyaret kış döneminde 16.30’da bitiyormuş. Böyle durumlarla karşılaşmamak için elinizdeki guidedaki bilgileri okumayı ihmal etmeyin, ben ettim Mecburen yarın içini görmek için tekrar geleceğiz.

Nasıl İstanbul’un altında bir şehir yatıyorsa, Roma’nın altında da bir şehir yatıyor. Hatta birden fazla. Katları ayırmakta zorlanıyormuş arkeologlar.

Türklerin Aşk Çeşmesi, Romalıların ise Fontana di Trevi dediği çeşmeyi gündüz gözüyle görmeye gidiyoruz. Gece gündüz fark etmiyor, burası günün her saati kalabalık. Çeşmeye dilek parası atanlar, fotoğraf çektirenler, yine seyyar satıcılar… Floransa ve Pisa’da gördüğümüz demirlere kilit takma geleneği ile burada da karşılaşıyoruz.

Akşamı ettik ama Roma’nın diğer yarısı hala bizi bekliyor. Yarın yine koşuşturma şeklinde listemizdeki kalan yerleri göreceğiz. Roma hiç bitmesin!

Kısa Bir Roma Turu

Roma’da yeni gün… Havada yağmur kokusu var.

Yağmur başlamadan  görebilmek ve daha iyi fotoğraflar çekebilmek için sabah koşa koşa Colosseum’a gidiyoruz. Erken gittiğimiz için fazla sıra beklemeden içerdeyiz. İçeri girdiğimizde Romalıların mimaride neden bu kadar ileride olduğunu anlıyoruz. Colosseum yapıldığı dönemin şartları ve teknolojisi dikkate alındığında ortaya çıkan yapı bir şaheser. Gözümüzün önüne hemen meşhur Gladyatör filmindeki görüntüler geliyor.

İki katında dolaşılabilir, turistlere açık olan kısmı o kadar. Gerçekten kalabalık, ama o gladyatör eğlenceleri zamanında ne kadar kalabalık olabileceğini düşünmeden edemiyor insan. 50.000 kişi burada o gösterileri izliyormuş o zamanlar. Şimdi sadece dolaşıp hayalini kurabiliyoruz. Acaba gerçek hali neye benzerdi, nasıl bu kadar zarar görmüş, neden restore edilmiyor gibi sorular aklımızda çıkıyoruz ordan.

Sonraki durağımız Compo dei Fiori Meydanı. Metroyla meydana gidiyoruz ama metronun yanlış kapısından çıkıp biraz dolanıyoruz. İstanbul’da metrodan Taksim meydanı yerine Gezi Parkı’nın arkasından çıkmışız gibi oldu Gideceğimiz yer arkamızda alakasız bir yöne bakıyoruz. Neyse ki farketmemiz uzun sürmedi.

Meydan Roma’da gördüğümüz en boş meydan. Daha önce geldiğimde böyle değildi gibi aklımda kalmış. Hava oldukça soğuk, onun etkisi herhalde. Meydanda birkaç fotoğraf çekiyoruz. Bu meydan da yine simetrik ve ben simetriyi gerçekten seviyorum.

Buradan doğru devam edip, Roma’nın en lüks mağazalarının olduğu caddede ilerliyoruz. İlerden sağa dönüp İspanyol Merdivenlerine ulaşacağız. Roma pek çok Avrupa şehrinin aksine inişli çıkışlı, düzlü tepeli. Şehirde “ihtişamlı” merdivenlerin olmasını da sağlayan bu tepeler.

İspanyol Merdivenleri ile Compo dei Fiori Meydanı arkadan bu tepedeki kocaman bir bahçeden birbirine bağlanıyor. Ama hava soğuk ve yukarılara çıktıkça rüzgar artıyor, bu yüzden bu bahçeleri gezmemeyi tercih ediyoruz.
Merdivenler ismini merdivenlerin tepesindeki binada İspanyol Konsolosu oturduğu için almış. Meydan da merdivenler de kalabalık ama daha önce geldiğimde adım atacak yer yoktu.

Görülecek yerler listemiz bitti, bundan sonrası sevdiğimiz yerlerin daha bir tadını çıkarma, görmediğimiz sokakları görme. Bir de gece fotoğrafını çekmek istediğimiz yerler var.

Ne yazık ki fotoğraflar gözle gördüğünüz güzellikleri yansıtmada yetersiz kalıyor.
Colosseum gece de görülmeli mutlaka. Bizim gibi gece fotoğraf çekmeye gelen özellikle çekik gözlü turistler var.

Emmanuel’in düğün pastası da gece daha bir etkileyici görünüyor. Son olarak Cumhuriyet Meydanına gidiyor ve Roma’yı bitiriyoruz.

Son günümüzün tamamı yollarda geçecek. Ama aklımızda Roma’nın güzel meydanları, güzel sokakları…

Sevil Mert

Önceki İçerikSelim Güneş’in İlk Filmi ‘Kar Beyaz’
Sonraki İçerikEngelli Patilerle Yaşam

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz