Merhaba! Bu kez Polonyalı yazar Andrzej Saramonowicz’in 2007’de kaleme aldığı ve uzun süredir Türkiye’de de sahnelenen Testosteron adlı oyunun sinemaya uyarlamasını inceleyeceğim. Bu filmi seçme nedenlerimden biri uzun zamandır (yaklaşık dört yıldır) tiyatro oyununun kapalı gişe oynamış olması. Türkiye’de az rastlanan bir durum… Benim de oyunu sinemadan önce sahnede izleyebilme şansım olmuştu. Bu yüzden de diğer filmler arasından Erkek Tarafı: Testosteron‘u seçtim.
Sinemada kitap ve tiyatro uyarlamalarına sıkça rastlıyoruz. Özellikle kitap uyarlamalarında seyirciye bir filmi beğendirmek çok zor. Mesela hangi okurun Yüzükler’in Efendisi’ni (ya da Koku’yu) ilk izlediğinde yüzü ekşimedi? Ya da film bittiği anda yanındakiyle eksikliklerini konuşmaya başlamadı… [Ben ilkini sevmiştim, ama diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.] Aynısını tiyatro oyunları için de söyleyebilir miyiz bilemiyorum. Açıkçası Testosteron’a kadar izlediğim filmleri önceden tiyatro sahnesinde görme şansım olmamıştı. Ama aynısını kitap uyarlamaları için söyleyemem. Bu yüzden burada yazacaklarım daha çok kitap uyarlamalarını izlemiş birinin yorumları. Yanlış bir şeyler yazarsam kusura bakmayın.
Kitap uyarlamalında benim gördüğüm en büyük hata filmin birebir kitaba benzetilmeye çalışılması. Ne yazık ki sinema seyircisinin genel anlayışı da bu yönde. Bir film ne kadar uyarlandığı kitaba benzerse o kadar iyidir anlayışı ne yazık ki pek de mantıklı değil. Herhangi bir kitabı sayfası sayfasına alın çekin yine de izlerken kitaptan aldığınız tadı yakalayamazsınız. Bunun nedeni iki mecranın da birbirinden farklı özelliklere sahip olması. Mesela bir kitapta çürümüş bir leşin kokusu üzerine sayfalarca yazı yazabilirsiniz, ama aynısını sinemada nasıl yapacaksınız? Ya da birkaç sayfada anlattığınız mutsuz bir memurun güne hazırlanışını sinemada seyirciye aktarmanız için sadece üç plan yeterli olacaktır. Daha fazlası hem filminizin gereksiz yere uzamasına [Sinemada zaman kullanımı çok önemlidir] hem de hantallaşmasına yol açabilir. Bu yüzden herhangi bir sanat eserini uyarlarken onu sinemaya uygun hale getirmek için değiştirmek kaçınılmaz olacaktır.
Erkek Tarafı: Testosteron da tiyatro sahnesinde izlediğiniz oyunun birebir aynısını beyazperde de izliyorsunuz. Senaryo, oyunculuklar vs neredeyse hiç değiştirilmeden filme aktarılmış. Böyle olunca da sahnede izlerken gözünüze hoş gelen bir takım özellikler beyazperde de canınızı sıkıyor. Mesela oyunculuk… Metin Coşkun, Onur Ünsal, Emre Karayel, Mert Fırat, Timur Acar ve Tuna Kırlı’nın oyunculuğunu sahnede izlerken çok beğenmiştim, ama ne yazık ki oyunculukları beyazperdede biraz büyük ve gürültülü duruyor.
Aynı şekilde uzun konuşmaların olduğu bazı yerler de filmi yavaşlatıyor. Aklımda kalan kısımlardan biri Emre Karayel’in bir gazeteciyle yattığını anlattığı bölüm. Başkaları ne düşünür bilemiyorum, ama sonlarına doğru benim canım sıkıldı. Filmden koptuğumu hissettim… Halbuki aynı oyunu sahnede de izledim ve yazdığım sorunların hiçbiriyle orada karşılaşmamıştım. Sanırım bunun nedeni, yukarıda da yazdığım gibi, oyunun birebir olarak sinemaya uyarlanmasında yatıyor.
Erkek Tarafı: Testosteron, sahnede izleyemeyenler ve merak edenler için ilgi çekici olabilir. Tabi ki sahnedekiyle aynı zevki vermiyor, ama bir fikir edinmeniz için ideal. Hikayenin bence en iyi yanı erkek dünyasını tüm çıplaklığıyla korkusuzca önünüze koyuyor oluşu. Altı erkeğin kadınlar üzerine yaptığı konuşmalar bazen o kadar gerçekçi ve sert oluyor ki yüzünüz kızarmadan (özellikle erkekler) edemiyorsunuz. Ama bu sertlik komik gelebileceği kadar bazılarının rahatsız olmasına da yol açabiliyor. Ben filmi izlerken sinema salonunu erken terk edenler oldu. Eğer gördüklerinden utandıkları için çıkıyorlarsa film aslında başarılı olmuş demektir. Eğer çıkma nedenleri sinirlendikleri içinse bence hata yapıyorlar. Çünkü filmde küçük düşürülenler aslında kadınlar değil, erkekler.
Erkeklerin dünyasına sert tarafından dalmak istiyorsanız Erkek Tarafı: Testosteron’u kaçırmayın derim.
İyi seyirler.
Cem Karapolat