Aileden Miras Duygusal Yorgunluk

Dünyaya gözlerimizi açtığımızda yardıma ihtiyacımız vardı, beslenmeyi, giyinmeyi, konuşmayı, yürümeyi sevgili ailemizden öğrendik. Çocukluk döneminde onların olumsuz duygu ve düşünce kalıplarını da DOĞRU diye aldık bilinçaltı raflarımıza yerleştirdik.

Öfkeliler ise kendimizi suçlamayı öğrendik. Bu şartlı kabul, sonsuz sevgiye layık olan benliğimizi incitti.

Yıllar boyu ailemizin bakış açısıyla kendimize sınırlar koymaktan ileriye gidemedik.

Doğmuş olmanın sevilmek için yeterli olduğunu unuttuk, unutturduk.

Çocukluk döneminde karakterimizle çatışan ebeveyn bilincine boyun eğdikçe yeteneklerimizi ve güçlü yönlerimizi görmezden geldik, kendimize yabancılaştık.

Hep hatırlarım, ilkokula gidiyordum hepsi PEKİYİ olan karnemi alıp eve gelmiştim çok mutluydum annem sarıldı “ne güzel karne getirmişsin aferin” dedi.  Akşam babam geldi, karnemi sevinçle ona da gösterdim. “Öğretmenin arkadaşım olmasa bu çalışmayla böyle iyi karne alamazdın!” dedi. İçime bir karanlık çöktü sanki, kendime güvenimi kaybettim, yetersiz olduğumu anlamıştım…”Ben hiçbir şeyi beceremem, eğer yapacak olsaydım babam bunu bilirdi ” diye geçti aklımdan.

O günden sonra okul benim için aşılması güç yüksek bir çıtaydı, hiç takdir belgesi almadım. Okuduğumu iyi anlayamadığımı, kendimi iyi ifade edemediğimi düşünmeye başlamıştım.

İnsanlar özgür doğdular ama her yerde zincir içine alındılar. “

                        (Jean Jacques Rousseau)

Yıllar sonra kişisel gelişimin içinde yoğrulurken anladım ki o yetersizlik sancısı babacığıma da ailesinden miras kalmış.

Babamı sevgiyle anıyorum.

Ben bu düşüncenin etkisinden kırklı yaşlarımda aldığım kişisel gelişim eğitimleri ve kitapları sayesinde kurtuldum. Yıllar sonra okumanın ve yazmanın ne kadar zevkli olduğunu hatırladım, bazen işi gücü bırakıp iki günde bir kitap okuduğum oluyor, altlarını çiziyorum, not alıyorum, ilgi duyduğum konularda yazılar yazıyorum.

Şimdi ne zaman duygusal yorgunluk hissetsem, sakin bir yere geçip gözlerimi kapatıyorum derin nefesler alıyor ve kendime soruyorum:

Neler oluyor Semra?

Yine kimin gözünden bakıyorsun kendine?

KENDİNLE İLGİLİ DUYDUĞUN TÜM

TANIMLARI UNUTSAYDIN ORTAYA NASIL

BİR SEMRA ÇIKARDI?

Sorunun ardından en yalın haliyle gelen cevaplara bırakıyorum kendimi, karanlık odamda pusuda bekleyen KORKULARIMLA yüzleşiyorum ve onlarla baş edecek güçlerimi çağırıyorum. SEVGİ ve ŞEFKAT en büyük ruhsal kaynağım, kendime sarılıyor ve ufak tefek sorunların bitmeyeceğini ancak çözüm üretebilecek yetenekte olduğumu fısıldıyorum kendime.

MERAK ve CESARETİM ise en büyük gücüm.

Bana yaşama şansı veren, desteğini ve sevgisini kalbimde hissettiğim YARADANIM şüphesiz en yüce sığınağım.

“Mutlu dakikalarının peşinden koş, kendini sevmek, sevilmek için zorla! Dünyadaki tek gerçek bu, gerisi anlamsız.” (Tolstoy)

Yaşadığım sürece hayat dört dörtlük olmayacak biliyorum, bir şeyler ters gittiğinde güçlü yanlarımın desteğiyle sorunları çözeceğimi bilmek, hayatı akışına bırakmak muhteşem bir duygu.

Semra Çetin

Önceki İçerikBu Şehre Bir Sihirli Çubuk Değdi
Sonraki İçerikKültürel Mirasımız: Yerebatan Sarnıcı
Semra Çetin
Duygusal yaşam, düşünce gücü ve spiritüel farkındalık konularına duyduğum ilginin beni taşıdığı yerde başladı her şey. İnsan, doğa, yaradan aşkına boyandığımda şahit olduğum mucizeler beni özel bir şifa alanını keşfetmeye sürüklüyor. Danışanlarım, gönüllü eğitimlerim, hazırladığım kurslar ve seminerlerle ben profesyonel nefes ve yaşam koçu, kişisel gelişim uzmanı, bilinçaltı oyunlarının araştırmacı yazarıyım. Hayallerimi bir martının kanadında yazıya döküyorum.