“Her aile bir tarihtir, hatta okumasını bilene göre bir destandır.”
Alphonse de La Martine’’
Hepimiz, bazı genetik miraslar ile yola devam ediyoruz. Ebeveynlerimizden ve hatta üç kuşak öncesinden bize kadar aktarılmış kalıtsal aile travmalarını taşıyan genler bunlar. Kim olduğumuzu, istek ve hayallerimizi, çok anlamlandıramadığımız his ve davranışlarımızı, hatta çoğu zaman yaşam kalitemizi düşüren engellerimizi barındıran, aslında bize ait olmayan ama bizmişiz gibi hissettiren geçmiş miraslarımız. Mark Wolynn “Seninle Başlamadı” kitabının giriş bölümünde şöyle der:
“Kalıtsal zincirde yer alan acı, her zaman kendi kendine sona ermeyebilir ya da zamanla azalmayabilir. Asıl travmayı yaşayan kişi ölmüş, hikâyesinin üstü örtülmüş ve yıllar içinde saklı kalmış olsa bile, hayat tecrübesine ilişkin parçalar, anılar ve hisler yaşamaya devam edebilir. Adeta şu an yaşayan kişilerin zihinlerinde ve bedenlerinde çözüm bulmak için geçmişten günümüze uzanır.”
Bir şekilde kendi karanlığını fark eden, gerçekte kim olduğuna dair zihninde sorular uyanan, daha mutlu daha özgür olmak isteyen ruhlar, aydınlanma için başladıkları arayışta, kişisel gelişim üzerine söylenmiş her yönergeyi uygulasa dahi, bir şeyin eksik kaldığı hissinden kurtulamaz. Gözlerinin önündeki o perde aralansa bile görüntü bir türlü netleşmez. İşte tam orası, kendinden öte bir şeylerin varlığını fark ettirir. Ailelerimizin hikâyeleri yadsıyıp yok sayamayacağımız kadar net bir gerçek ile orada dururlar. Doğduğumuz andan itibaren, ebeveynlerimizin tutum ve davranışları, karakterimizi ve mizacımızı nasıl şekillendirdi ise, doğmadan önce yaşadıkları yarım kalmışlıkları, hüzünleri, vazgeçişleri de bir şekilde geçmiştir bize. Fark edilip, dile gelmezlerse bizden sonraki çocuklarımıza da kalmaya devam edeceği gibi, bizde hiçbir zaman istediğimiz kadar özgür ve mutlu olamayacağız.
Peki ne yapmalı? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ailemize döneceğiz, annemizi, babamızı daha yakından tanıyacağız.
Neler yaşadılar?
Neler hissettiler?
Nelerden vazgeçtiler? Ya da nelerin peşinden koştular tutkuyla…
Doğum hikâyenizi sordunuz mu hiç? Ya da size neden bu ismi verdiklerini?
Annenizin en sevdiği renk ne biliyor musunuz? Babanızın gençliğinde yaptığı en çılgın şeyi?
Kaç yaşında olursak olalım koşulsuz sevgi ile sarılalım birbirimize. Kabul edelim tekemül ile… Ailen kim ise sen de osun aslında. Aile bağaları kuvvetli, ilişkileri yakın kişilere baktığınızda, hattaki duruşlarının daha güçlü olduğunu görürsünüz. Sevginin o sihirli iyileştirici zırhını giymişlerdir çünkü.
İşin de, aşkın da gerçek ve doyumlu olanını yaşamak, doğanın sunduğu tüm nimetlerin tadına hakkıyla varabilmek, dost olabilmek, dost kalabilmek, sabahları uyandığında şükür ile güne başlayabilmek için kim olduğumuzu, değerlerimizin ne olduğunu ve bunları oluşturan nedenlerin bilmek gerçek özgürlüğün anahtarı olacak. O zaman kendimizi hırpalamaktan vazgeçeceğiz, o zaman her iyi ve kötü yanımızın bize verilen bir hediye olduğunu fark edeceğiz. Karşımıza çıkan zorlukların hayatın bize sunduğu sınavlar olduğunu söyleyeceğiz kendimize. Bizi hayal kırıklığına uğratanları affedip, geride bırakacağız, yüreğimize yük etmememiz gerektiğini bilerek.
Daha özgür, daha hafif, daha kabul ve sükûnetli bir yaşam mümkün, hadi şimdi sevdiklerinize onları çok sevdiğinizi söyleyerek başlayın…
Sevgi, umut ve barış ile…
Buket Özbek