“Bambaşka bir insandı Atatürk a kızım” dedi anneanne içini çekerek, “sadece yurdu düşmandan kurtarmadı, çok uğraştı, çabaladı…”
Büyüklerin anlattığı hikâyelerin bir kulağından girip diğer kulağından çıktığı, “bir an önce bitse diye oyuna dalsak” diye dört gözle beklediği bir yaş dilimindeydi, en fazla 12-13 olmalıydı. Çocuk olmak için büyük, ergen olmak için küçük olunan zamanlar… Evin önünde, içinde elmadan muz ağacına, portakaldan tutun zeytin ağacına envai çeşit ağacın olduğu bahçe o kadar renkli bir oyun alanıydı ki onun için. İnsandan çok ağaç ve çiçeklerle yarenlik yapmayı severdi.
Lâkin Atatürk dediniz mi, orada dururdu. Bu olağanüstü insana, kurucu lidere daha o yaşlarında bile inanılmaz bir hayranlık besliyordu. Derinden hissederdi, hakkında ne kadar okusa, ne kadar dinlese az.
“Ee ananne, kimler uğraştırdı Atatürk’ümüzü?”
“Kimler uğraştırmadı a kızım, içte düşman çok, dışta düşman çok. Bir yandan Yunanlılar, burada İtalyanlar vardı ama Allah’tan onların gelip gitmeleri bir oldu. Asıl savaş Yunanlılarla oldu…Bir de bu yetmez gibi yurt içinde de isyanlar çıkmasın mı…”
Evet, okul kitaplarından bunları zaten biliyordu. Ancak okumak başka, direkt o günleri yaşamış birinden duymak çoook başkaydı. “Kimler çıkardı isyanları anane?”
“Kendini bilmezler çıkardı a kızım, düşman ister vatan kurtulmasın, bazı densizleri fişeklediler, Atatürk’e karşı kışkırttılar, onlar da dolmaya hazırmış, düşün kızım, yurt işgal edilmiş, bu esnada bile insanlar sen-ben kaygısı gütmekte…”
Torun hayli meraklanmıştı, “Eee sonra ne oldu?”
“Ne olacak a kızım? Babam varlıklıydı, her vatansever gibi o isyanların bastırılması için elinden ne geliyorsa onu yaptı. Adam yolladı, para yolladı, zorlu günlerdi ama isyanlar dindi. Atam bunu unutmamış, Mersin’e bir gelişlerinde bize uğrayacaklarına dair duyum aldık, tam tekmil hazırlandık, yapılacak yemekler bile belirlendi de Paşam’ın son anda işi çıkmış, onda iş mi biter?”
Üzülmüştü torun, Atatürk’ünü – hem de ilk ağızdan- daha yakından tanıyacaktı ki hikâye hiç ummadığı bir yere evrilmişti.
“Tam bir beyefendiydi, öyle nazik. Bunca dert arasında babamın verdiği desteği unutmasın. Yemeğe katılamayacağı belli olunca tee Mersin’den buraya (bugünkü Aksaz) bir hediye gönderdi…”
Torun şaşırmıştı, hikâye onun için yeniden canlanmıştı: ”Neydi o anane?”
“Çok şık, iç içe geçmeli birkaç ayna…”
“Ne oldu hediyeye, nerede şimdi?”
“Bilmem a kızım, hatırladığım herkesin merak ettiği, civar köylerden bile görmeye gelenlerin olduğu. Elden ele dolaşırken ne oldu aynalara bilemem ki kızım çocuktum, hayli küçüktüm…”
BANA KALAN
Anneannemin vefat ettiği yılı ve olayın yaşandığı zamanki yaşını düşünürsem, bütün bunlar Atatürk’ün Mersin’e ilk geliş yılları olan ya 1923 veya 1925-1926 yıllarından herhangi birinde tecelli etmiş olmalı. Babası, yani büyük dedem Gani Aksoy vakti zamanında özellikle Beyrut’la ticari ilişkileri oldukça kuvvetli olan bir tüccarmış.
Bana bu öyküden miras, atalarım ile duyduğum haklı gurur ile aynaların akıbetine duyduğum merak kaldı. Şimdi olsa gözüm gibi bakacağım Atamızın hediyesi…
Sırasıyla fotoğraflar:
1- Atatürk’ümüzün Mersin’e son ziyaretlerinden biri, antik kent Soli’yi gezerken (sanırım 1937)
2- Büyük dedem Gani Aksoy
3- Anneannem Ayşe Torin
Şeyda Bodur