Çoğumuz bu cümleyi duymuş ya da kullanmıştır. Bir tartışmada karşı tarafı düşüncemizin doğruluğuna ikna edemediğimizde son noktayı koymak için öfkeyle dökülür bu sözcükler ağızdan. Karşımızdaki insanı çok bilmişlikle, ukalalıkla itham eden, savını küçümseyen bir değerlendirmedir bu. Böyle bir şöhreti hak edecek ne yapmıştır felsefe?
Felsefe1 akıl ve eleştiri zemininde üretilir. Hayatın derin anlamının peşine düşenler sorgular; kendisini, yaşadığı kültürü, dünyayı ve hatta evreni. Bunun için sorular sorar, sonuçları değerlendirmek için neden ve niçinlerini bilmek isterler. Bir bilim dalı değildir felsefe ama bilgelik, sistemli bir düşünme biçimi, analitik bakış açısı gerektirir. Bilgilerin sağlam ve güvenli bir temele oturması gerektiğini düşündü Sokrates (M.Ö 470-399). Bu nedenle toplumda geçerli olan kavramları yanlış içeriklerinden arındırmak ve onlara doğru içeriklerini kazandırmak için Atinalıları bire-bir sohbet yöntemiyle ikna etmeye çalıştı. Özellikle “erdem” kavramını insanlara sorduğu sorularla yeniden tartışmaya açtı. Yaşamanın anlamı saydığı ve toplumda çoğunluğun kabul ettiği değerleri, iyi-kötü, doğru -yanlış kavramlarını tekrar sorguladı. Bilginin temelinin insan aklında2 olduğuna inanıyordu. “Dünyanın en bilge insanı” olduğu kehanetini araştırırken vardığı sonuç, bilgeliği de yeni bir tanım getiriyordu:
“Atinalılar, bu adamı -siyasetçilerden biriydi, adını söylemeye gerek yok şimdi- her yönden araştırdım ve onun nasıl biri olduğunu araştırırken şöyle bir izlenim edindim: Bu adam, birçok kişiye ve özellikle kendisine bilge göründüğü halde bilge değildi. Daha sonra, kendisini bilge sandığı halde bilge olmadığını kanıtlamaya çalıştım. Sonunda o adamı ve orada bulunanların çoğunu kendime düşman etmiş oldum. Oradan uzaklaşırken kendi kendime: ‘Ben bu adamdan daha bilgeyim’ diye düşünüyordum. Göründüğü kadarıyla, ikimiz de güzellik ve iyilik hakkında bir şey bilmiyoruz. O, hiç birşey bilmediği halde bir şeyler bildiğini sanıyor, oysa ben hiçbir şey bilmemekle birlikte bunun bilincindeyim. Bu durumda, hiçbir şey bilmediğimi bildiğim için, az da olsa ondan daha bilgeyim sanırım.”3
Sokrates, “bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” derken sözde bilgileriyle gösteriş yapanlardan çok daha akıllıdır. “Birinin bilmediği bir şeyi bildiğini sanması cehaletin en utanç verici türü değil midir?” der.4
Toplumda çoğunluk Sokrates’in tanımladığı “cahil” statüsünde olduğu için demokrasi ile yönetilen Atina’da mahkeme onu ölüme mahkûm eder. Sokrates neredeyse 2500 yıl boyunca konuşulan, tartışılan savunmasında suçunu şöyle itiraf eder:
“Sokrates, yer altında ve gökyüzünde olanları araştırdığı ve önemsiz lafı önemli gösterdiği için suçludur. (Bu doğrultuda) gereksiz araştırmalar yürütüyor ve aynı zamanda bunları başkalarına da öğretiyor.”5
İşte en tehlikeli yönünü kendi açıklamıştır Sokrates, düşünmek, sorgulamak, araştırmak, bilinç üretmek ve bunu başkalarına öğretmek. Yeniyi, daha iyiyi arayan, başka düşüncelere açık dönüştürücü akıl iktidarın hoşuna gitmez. Kurulu düzene tehdit oluşturan her birey, her düşünce ortadan kaldırılmalıdır. Cahil, suskun, derinliğine düşünemeyen bir toplum istenir. Düşünen, aklını kullanan ve ömrünü Atinalıları aydınlatmaya adayan Sokrates halk jürisi tarafından baldıran zehri içerek ölüme mahkûm edilmiştir. Halk için, halk adına, halk tarafından.
Baskıyla, şiddetle ve en sonunda ölümle özgür düşünceyi susturmaya çalışan Atina mahkemesine şöyle seslenir Sokrates:
“Zeus aşkına! Ölümümden hemen sonra, beni çarptırdığınız cezadan çok daha ağrına çarpılacaksınız. Beni ölüme mahkûm ederek hayatlarınızın hesabını vermekten kurtulacağınızı sandınız, ancak size söylediğim gibi, tam tersiyle karşılaşacaksınız. Sizler farkına varmadan engellemekte olduğum denetleyenlerinizin sayısı artacak. Ne kadar genç olurlarsa sizi de o kadar çok rahatsız edecekler ve buna bağlı olarak öfkeniz artacak. İnsanları öldürerek, sizi doğru yaşamamakla suçlayacak birilerinin ortaya çıkmasını engelleyeceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Denetlenmekten bu şekilde kurtulmak hem olanaksız hem de kötü bir çözümdür. Başkalarının sizi eleştirmesini engellemek yerine, mümkün olduğunca daha iyi biri olmaya çalışmalısınız. En doğru ve kolay yöntem budur. Mahkumiyetime oy verenleri bu kehanetle selamlayarak ayrılıyorum.”5
Sokrates “erdemi” yaşamanın anlamı sayıyordu. Sorgulanmamış bir yaşamı anlamlı görmüyor, bedenin geçici ruhun ise ölümsüz olduğuna inanıyordu. Felsefesine bağlı kalmış, çoğunluğa biat etmemiştir. Düşüncelerinin 21. yüzyılda hala tartışılıyor olması ölümsüzlüğünün en kuvvetli kanıtıdır.
Önyargılarımızdan kurtulmak, hayatı ve kendimizi sorgulamak için felsefeye ihtiyaç duyarız. Günü kurtarmak için yaşadığımız, sebep-sonuç ilişkilerini değerlendirmeğimiz zaman yaşamda yuvarlanıp gideriz. Bize dayatılan yanlış düşüncelerin farkına varabilmemiz için bilinç yeterliliğine sahip olmamız gerekir. Bu da ancak en güçlü sermayemiz akılla olur.
Felsefe akademik ortamlarla sınırlandırılamayacak kadar yaşamsal bir gerekliliktir. Ezberlenecek, ısmarlama bir düşünce biçimi değildir. İçinde bulunduğumuz dönemin sosyal, kültürel, ekonomik, tarihsel bakış açıları ve problemleri bizim felsefemizi oluşturur. Yeter ki düşünelim, sorgulayalım, bilinç üretelim. Bunu yapan insanları “felsefe yapma” diye küçümsemeden, yargılamadan, ötekileştirmeden anlamaya çalışarak kendi yaşam felsefemizi oluşturalım. Aksi durumda “demokrasi” dediğimiz yönetim biçimlerinde, çoğunluğun haklı olduğu savıyla, biat kültürü egemenliğinde düşünmenin, eğitimin önemsiz sayıldığı anlamsız yaşamlara mahkûm ediliriz.
Aklın başa devşirilme zamanı gelmiş de geçmektedir.
İlknur Kayhan Karapolat
- – Felsefe: -Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması
-Bir bilimin veya bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü
-Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağın öğretisi
-Dünya görüşü
(Türk Dil Kurumu- TDK)
2 – Akıl: Düşünme, anlama ve kavrama gücü (TDK)
3 – Sokrates’in Savunması / Platon s. 36 T. İş Bankası K.Y
4 – Sokrates’in Savunması / Platon, s. 33.
5 – Sokrates’in Savunması / Platon, s. 60.