Yanağınızdan anneniz öpmüş usulca önce… Bir sağa bir sola dönüp dururken yatakta, içeriden gelen böreğin kokusunu almış ve uyanmışsınız. Yavaş yavaş geriliyorsunuz olduğunuz yerde, doğrulup kalkıyorsunuz yataktan… Tam terliklerinizi giyecekken, yatağın kenarından aşağıya sallandırdığınız ayaklarınızın küçücük olduğunu görüyorsunuz. Yüzünüzü yıkamak için banyoya yöneldiğinize, bambaşka biri olduğunu fark ediyorsunuz. Boyunuz, oldukça kısa. Banyo dolabı üzerindeki aynadaki aksinize bakabilmek için, parmaklarınızın ucuna yükseliyor, lavaboya yaslanıyor, zar zor görebiliyorsunuz neye benzediğinizi. Elleriniz, bedeniniz, sahip olduğunuz her şey normal halinizin neredeyse yarısı kadar… Ne saçlarınız kestaneye dönük kahve ne de sesiniz kalınlaşmış… Konuşacak oluyorsunuz, duyduğunuz ses, sizin sesiniz değil sanki. Ancak yüzünüzde utangaç bir gülümseme, gözlerinizde bu anlamlı sabahın parıltısı var.
Elinizi yüzünüzü yıkayıp, banyo faslı bittikten sonra, sizin için hazırlanmış olan kıyafetlerinizi görüyor ve yavaş yavaş giyinmeye başlıyorsunuz. Uzun süre sonra ilk kez bu kadar zorlanıyorsunuz düğmelerinizi iliklerken. “Allah Allah” diyorsunuz, “ellerim küçüldü diye mi yapamıyorum?”
Boyunuz doğru dürüst hiçbir şeye yetişmese de yine de içiniz kıpır kıpır… Salona doğru yöneliyorsunuz. Anneniz, babanız, sizi bekliyor kahvaltı sofrasına oturmak için… Babanız, bayram namazından gelmiş, masanın başköşesine oturmuş, anneniz kokusuna bayıldığınız böreği fırından çıkarmış, telaşlı telaşlı bir şeyleri yetiştirmeye devam ediyor. Siz ise, hala eliniz, ayağınız, boyunuz niye bu kadar ufak diye şaşırmaya devam ediyor, bir yandan da babanızın yanağınızdan aldığı makasa gülüyorsunuz. Gözleriniz de bir taraftan annenizde. Onun güleç, telaşeli halini çok seviyor, bu şahane kahvaltı sofrasındaki her şeyden yiyorsunuz. Kahvaltı bitimi, anneniz babanızın iki yanağından öpüyor, “Bayramın mübarek olsun canım” diyor coşku dolu… Siz de önce annenizin, sonra da babanızın elini öpüyorsunuz. Babanız cebinize harçlığınızı iliştirirken, anneniz de küçük hediyesini veriyor. Ama yine de salondaki sehpanın üzerindeki şekerlikte gözünüz. Oradan da bir avuç alıp, dolduruyorsunuz cebinize… İçinizdeki enerjiye anlam veremiyor, hemen her şeyi yapmak, konuşmak, haykırmak, atlamak, zıplamak istiyorsunuz.
Kapı çalıyor. Gelen, komşunuz Gönül teyze. Bayramın ilk tatlı tabağını annenize uzatırken, “Bir beş dakika geçeyim içeri” diyor gülümseyerek. Gönül teyzeden duyduğunuz bu kokuyu hatırlıyorsunuz, biraz sabun, biraz tütün kolonyası kokan ellerinden öpüp, bayramını kutluyorsunuz komşu teyzenin. Ama hala şaşkınlığınız devam ediyor, babanıza, annenize baktıkça “Ne kadar güzeller ne kadar genç ve özenliler” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Anneniz bayram kahvesini pişirmek üzere mutfağa geçerken, siz birer birer yemeye başlıyorsunuz şekerleri. Gönül teyze başınızı okşuyor, sonra kahve eşliğinde annenizle tatlı bir sohbete başlıyor. Kapı tekrar çaldığında mahalledeki çocukları görüyorsunuz karşınızda. Hepsi bir ağızdan konuşmaya başlıyor. Kulak çınlatan seslerindeki ortak cümle: “İyi Bayramlar!” Hem çikolatalı pralinlerini, hem de bozuk paraları babanızdan alıp hoplaya zıplaya uzaklaşıyorlar kapıdan. Sizin de içinizde benzer coşku var. Babanız omzunuzu sıvazlıyor, “Haydi” diyor, “Gidelim mi anneanneye?”
Komşu Gönül teyze güzel temennilerle ayrılırken evinizden, siz de ilk bayram ziyaretine doğru yola koyuluyorsunuz. İstikamet, anneanne evi. Yolda gördükleriniz de şaşırtmaya devam ediyor sizi. Küçük ellerinize, ayaklarınıza, boyunuza şaşırdığınız kadar, dükkânlara, sokak macuncularına, bayram yerinin duyurusunu yapan çığırtkanlara, insanların giyim kuşamına, evlere, arabaların modellerine de şaşıp kalıyorsunuz. Hiçbir şey şimdiki gibi değil. Plazalar, çok yüksek binalar, metrobüs bekleyen kalabalıklar, AVM’ler yok… “Nerede bunlar” diyecek oluyorsunuz ama aslında hiç özlemediğinizin siz de farkındasınız.
Güleryüzle kapıyı açan anneanneniz, sizi bağrına basıyor, gözleri doluyor öperken. Hep birlikte büyük salona geçiyorsunuz. Sizden önce gelenler var içeride. Teyzeniz, enişteniz, kuzenler… Herkes bayramlaşıyor birbiriyle ve bayram sofrasına oturuluyor. Anneannenizin sarmasının, çöreklerinin, baklavasının tadı sizin vazgeçilmeziniz… Yemekler yeniyor, muhabbet devam ederken, sürekli birileri girip çıkıyor eve bayramlaşmaya. Kimse eli boş gelmiyor ya bir kutu çikolata ya evde pişirdiği kurabiyeyle geliyor insanlar. Hâl hatır sormaların ardından, kahveler içiliyor yine, anneannenin kristal şekerliği uzatılıyor her gelen misafire, yanında da lavanta kolonyası dökülüyor uzanan ellere. Kenarı işlemeli mendillerin içi dolu. İlle de bir çift çorap, birer fanila da ilave ediliyor anneanne tarafından hediyelere. Hoş sohbetlere, radyoda çalan kürdîlihicazkâr eşlik ediyor.
Ne kadar huzurlusunuz… Kalabalık sofralara oturmayalı sizin için uzun zaman olmuş… Anneannenizi görmeyeli de… En son ne zaman anne ve babanızla birlikte kahvaltı etmiştiniz? Geçtiğiniz caddelere, sokaklara, yoldaki insanlara bakarken, en son ne zaman içiniz kıpır kıpırdı? Çok özlemişsiniz her şeyi… Burada, bu anda kalmayı istiyorsunuz. Buradayken ne alamadığınız zammı düşündünüz ne borçlarınızı ne ödenecek kirayı, ne de veremediğiniz kiloları… Şaşkınlığınız, bayram gününde İstanbul trafiğinin daha boş olmasından ya da bütün arkadaşlarınızın bayramı fırsat bilip tatile gitmesinden ve size bir otomatik mesaj bile göndermemesinden de değil aslında. Uçup giden kederlerinizin nereye saklandığına şaşırıyorsunuz… Hasretle olan kucaklaşmaların sıcaklığını hissediyorsunuz. Öbür taraftan içinizdeki bu duygu karmaşasından başınızı kaldırıp yine küçük ellerinize ayaklarınıza bakıyorsunuz.
O, sizsiniz işte! Bu küçük şaşkın, ne olduğunu anlamaya çalışan küçük çocuksunuz siz. Çocukluğunuzda uyanmışsınız bayram sabahına. Bu yüzden duyduğunuz bütün özlem.
Sizin çocukluğunuz hala sizinle. Bayram sabahları hala minik elleriyle annesinin babasının elini tutuyor, onlarla gezmelere gidiyor, el öpüyor, hatır soruyor… Çok güzel değerleri öğreniyor bu küçücük beden.
Çünkü bu sabahların anlamı farklı… Bayram günleri, adeta gürültüsüz, patırtısız bir kutsallık iniyor şehrin üzerine. Sade ve gösterişsiz, sakin, dingin bir huzur veriyor bu sabahlar. İnsanların çehrelerinde renk, gönüllerine yumuşaklık katıyor. Çünkü Bayramlar, yağmur gibidir. Kimseye sırtını dönmez; içi dışı, sağı solu birdir, her can’a ve cansıza serinlik olur.
İyi gelir bayram. Bu yüzdendir içimizdeki çocukla buluşmamız, ona sarılmamız… Bu yüzdendir bayram sabahına daha umutlu uyanmamız… Bu yüzdendir sanki ağır yükleri birkaç günlüğüne almışlar gibi, hafifleyen omuzlarımız. Ve bu yüzdendir annemizi ve babamızı daha iyi anlamamız…
Yaşımız ne olursa olsun, hep çocuğuz aslında bayram sabahlarında. Belki şu an elinizden tutacağınız bir babanız yok, ama sizin elinizden tutmak isteyenler var mutlaka. Küçük bir çocuk da olsa, darılan arkadaş da o eli tutan ve sımsıkı sarılan siz olun bu defa.
Bayram gününü çocukluğunuzu anımsayarak karşılayın,
Çünkü bayramların de kalbi var, unutmayın.
Zeynep Kıyak