Ülkemizin seçkin şirketlerinin eğitim departmanlarının arasında bilgi paylaşımına yönelik bir oluşumumuz mevcut. Bu grup üyeleri, üç aylık dönemlerde bir araya gelerek iyi yaptıkları veya başarılı sonuç vermeyen işlerini açık yüreklilikle birbirleri ile paylaşıyor. Böylece hiç bir menfaate dayanmayan, tamamen samimi bir iş ağı (network) oluşuyor. Bu yeni birliğin asıl kurucu üyelerinden biri de dünyaca ünlü bir gıda firmasının Türkiye eğitim sorumlusu. Bu arkadaşımızı e-postalardan tanıyorken, yakınlarda yaptığımız bir toplantıda kendisi ile tanışma fırsatı yakaladık. Genelde yeni katılımcıların veya bir birini az tanıyan, tanımayan insanlardan oluşan toplantılarda tanışma konuşmaları yapılır. Bu toplantımızda da arkadaşımız kendini tanıtırken 2000’li yılların başında bir 27 Temmuz gününü anlatarak kendini tanıttı. Hikâyeden etkilendiğim için paylaşmak istedim.
Bundan yaklaşık 14 yıl önce, arkadaşımız -adına Hakan diyelim- başarılı bir satış yöneticisiymiş. Rekabetin yoğun olduğu süt piyasasında başarılı bir çalışan. Bir yıllık evli ve 5 Ağustos’ta tatile çıkmak üzere tüm hazırlıkları yapmışlar. Satışçılar bilir, ay sonları hedefleri gerçekleştirmek için çok önemlidir. Hakan da ay sonu hedefini gerçekleştirmek için bir müşterisi ile sıkı pazarlıklar sonucu tam 5 kamyonluk satış yapmayı başarmış. O dönem oldukça başarılı sayılabilecek bir iskonto oranı olan % 20 ile müşteriyi ikna etmiş. Satışı kapattıktan sonra, mutlu, görevini layıkıyla yapmış olmanın getirdiği huzur ve güvenle yola çıkıyor. Ailece katılacakları bir toplantı için dayısını ve yengesini evlerinden alıyor. Hakan o sıralar sırım gibi bir delikanlı; fazla kilolarından kurtulmuş, eşine tapıyor, başarılı bir çalışan. Hayat tam da onun istediği gibi gidiyor.
Dayısı arabanın arka koltuğuna, yengesi ön koltuğa, Hakan’ın yanına oturuyor ve kemerini bağlıyor, ”tık” sesi geliyor. Hakan’a da “Oğlum sen de taksana kemerini” diyor. Hakan, daha birkaç saat önce harika bir satış anlaşması yapmış, kendine güveni tam, sağlıklı, kendine bir şey olmayacağına neredeyse emin. Yengesinin bu ikazını geçiştiriyor. Kendince gerekçeleri var. Hem mesafe yakın, çok sürat de yapmıyor. Yoldalar artık, 90 km süratle giderken, sağa yanaşıyor Hakan, kavşaktan çıkacak, birden yanında bir devasa kamyon beliriyor, ne olduğunu tam anlayamadan bir gürültü, toz, karanlık ve acı. O andan itibaren, sanki olayları balkondan izleyen bir yabancı. Tutmayan bir taraf, acı, şaşkınlık, hüzün.
Bu olaydan bir buçuk saat sonra Hakan bilinci açık hastanede ameliyata girerken, doktora zorlukla sorabiliyor: “Hasarı kurtarma şansımız ne?”
Doktor cevap veriyor: “% 80 kurtarabiliriz, % 20 hasar kalabilir.”
Ve Hakan, kendi ifadesiyle o gün en iyi ikinci % 20’lik anlaşmasını yapıyor.
Ve bir “tık” sesi onu hayatta engelsiz yaşamasına yardımcı olabilirdi.
Ve siz sevgili okur, mesafe ve sürat ne olursa olsun, kendinizi ve sevdiklerinizi “tık” sesinden mahrum etmeyin. Hakan, her yeni bulunduğu ortamda bu hikâyeyi anlatarak en azından bir kişiyi kurtarabilirim diye çaba sarf ediyormuş.
Siz, siz olun, emniyet kemerinizi takın, sağ olun, var olun sevgili okuyucu.