Behice’nin Yarım Kalan İşleri

Sinem Sal son kitabı Behice’nin Yarım Kalan İşleri’nde Ayşe Püren karakteri üzerinden “zamanın ruhunu” anlatıyor. Sadece günümüze ait olmayan bu “ruhun” içinde geçmişe ve günümüze gidip gelirken Kadıköy’ün sokaklarına, barlara, şarkılara, filmlere, plaza yaşamına, arkadaşlara, aşklara, ayrılıklara, türlü muhabbetlere dalıp çıkıyoruz.

Dün gece sabah karşı annem öldü. Mutsuzluktan ölmedi ama mutsuz öldü. Normalde hep kestane kızılına boyadığı saçlar aylar önce döküldüğü için saçsız; yüzükleri eksik etmediği parmakları ödem topladığından şiş ve yüzüksüz, vişne kokan ruju yatağın altına yuvarlandığı için bembeyaz dudaklarla öldü. Alıntı.

Ayşe Püren gül ağacına gizlenmiş annesinin dileklerinin yazılı olduğu bir kâğıt buluyor. Başta bir anlam veremiyor, çünkü annesinin “böyle” dileklerde bulunması, kızının onu tanıdığı kadarıyla imkânsız. Öte yandan da dilekler annesine ait. Ve bir karar alıyor Behice’nin kızı Kâğıtta yazılı olan ne varsa gerçekleştirmek için bir nevi bir yolculuğa çıkıyor. Kendi ayakları üzerinde durmak için birçok zorlukla baş eden güçlü bir karakterle tanıştırıyor bizi. Yaşadıkları, gördükleri, hissettikleri, denk geldikleri, hayatındaki arkadaşlarıyla iyisiyle kötüsüyle, mutluluğu ve mutsuzluğuyla samimi bir hikâye anlatıyor ve yazıyor bize Püren

Kahramanımız soruyor kendine: “Annem yaşayanlardan ve kendinden umudu kestiği için mi bu dilekleri yazdı yoksa hâlâ umudu olduğu için mi? Hiçbir fikrim yok. Travmalar kuşaktan kuşağa aktarılırmış. Ya yarım kalmış hayaller? Onlar da aktarılır mı? dileklerimi bir gül ağacının dibine gömmezsem, bir kız çocuğu doğurmazsam, beni bir ömür boyu sevip ölümümden sonra hayatımın peşini bırakmayacak bir adamla evlenmezsem, nesillerce okunan bir kitabın yazarı olmazsam, bu dünyada bir ışık gibi takip edilecek hiçbir şey yapamazsam, yarım kalan hayallerimi kim fark eder?”  Alıntı.

Yazarımız kitabını, Kadıköy’de geçen bu romanını, Annesini sadece anne olarak tanıyan kadınlara, içine sürüklendiği bir savaşta karşısında aniden babasını, abisini, erkek patronunu ve erkek sevgilisini bulanlara, savaş anılarını anlatırken göstereceği yaraları kendi kendine iyileştirenlere, bir gül ağacının dibinde bitenlere, bu satırların bir yerinde kendini görenlere adıyor.

Sinem Sal, güçlü yanlarımız, zayıflıklarımız, hayallerimiz ve varlığımızla yalnız olmadığımızın altını çizerek, bazen de ağlanacak halimize güldürerek anlatıyor Bir genç kadının annesini anne olarak değil de sadece bir insan olarak görmeye başladığı an ikisi arasında bir köprü oluşturuyor. Yeni, organik, emek gerektiren bir çabayla ve hakiki bir istekle inşa edilmiş bir köprü. Biyolojinin ötesinde kurulan bu bağ sayesinde hikâye anlatılıyor. Ayşe Püren annesinin dileklerinin peşinde koşarken bir bekâr anne adayı olarak kendi bahar bayramının ateşini yakıyor.

“Behice’nin Yarım Kalan İşleri” de “Bizim Zamanımız” da bir neşeli dram türü. Her şeyden önce zamanın ruhunu anlatan ben anlatıcıya sahip.

Kitabı okuduktan sonra kendime sordum: Yarım kalan hayallerimi birilerinin fark etmesi için ben ne yapmalıyım? Peki ya siz?

Oktay Valunya

 

 

 

 

Önceki İçerikAmae: Kendini Sevme Sanatı
Sonraki İçerikÇocuklarda Diş Sıkma Neyin Habercisi?