İlk hatırladığım oyuncağım bir bebek. Adını hatırlamıyorum. Kocaman kafalı, kolları ve bacakları çıkan, kıvırcık saçlı bir bebek. Çıkan kol ve bacaklarını yerine ben yerleştiremez mutlaka bir büyüğümün yardım etmesi isterdim. Kıyafetlerini değiştirirdim, saçlarını tarardım. Kumaşlardan ve kağıtlardan ona rengarenk elbiseler keserdim. İyi arkadaşımdı.
Bir seyahat dönüşü onu otobüste unuttuğum gün çakılı zihnimde. Babamın memleketine ziyarete gitmiştik, köyde ki çocuklar hayran kalmışlardı, annem bebeğimi orada ki arkadaşlarımdan birine verebileceğimi söylemişti, biz dönünce yeniden alırız sana demişti. Verememiştim.Dönüşte otobüs bizi şehir meydanında indirdi, valizler, paketler ve ben, annemin elinden tuttuğumda bebeğimin yanımda olmadığını fark ettim. Otobüs uzaklara doğru yol almıştı bile. Arkasından nasıl baktığımı hatırlıyorum. Sonradan filmlerde .o sahneyi yakaladım. Sevdiğini uzaklara uğurlayan ve bir daha ne zaman buluşacaklarını bilmeyen bir aşık gibi…Sonra çok bebeğim oldu, hala var. Ancak adını bile hatırlamadığım bebeğimin yerini tutmadı hiçbiri…
İstanbul Oyuncak Müzesi’ni gezerken işte bu duygularla gezdim. Bebeğimin benzerleri orada idi. Çocukluğumla buluştum. Bu müze sadece çocuklar için değil, çocukluğunu ve çocukluğundaki oyuncakları ile anılarını tazelemek isteyen her yetişkin de burayı gezmeli.
Teşekkür ederim şairim Sunay Akın. İyi ki kaybolan oyuncağının peşinde bu masal dünyasını yaratmışsın…