Bir Nohut Hikâyesi

5 Şubat’ı 6 Şubat’a bağlayan gece bir kâse nohudu suya koydum. “Pazartesi akşamı yanına bir de pilav yaparım.” Dedim. Evin yemek programını yapmış olmanın huzuru ile uyudum. Anneler böyledir, yemek işi diye bir iş vardır çözmeleri gereken. Yemek işi, yedirme işi, doymaktan öte doyurma işi.

6 Şubat sabahı ilk birkaç saat meseleyi tam anlamadan şaşkın şaşkın televizyonu izledim. Tüm programlar durdu tek bir noktaya, Kahramanmaraş merkezli depreme kilitlendik hepimiz. Sonrasını biliyorsunuz. Derin, onulmaz, unutulmaz, yerine konulmaz…

Nohut tezgâhın üzerinde kaldı. Şişti, şişti… Arada suyunu değiştirdim. Şişmeye devam etti.

Bir noktada tezgâhın önünde dizlerimin üzerine çöktüm ne kadar orada kaldım ne kadar ağladım, nohut ne kadar şişmeye devam etti?

O geceden nohut ıslayıp uyuyan Semra Teyze, kimsenin dokunmadığı göçüklerin altında nohutlarıyla beraber ne zamana kadar nefes aldı?

Komşunun saksısından koparılan sardunya dalı suda kök saldı mı?

Ertesi gün bahçeden eve dadanan incir ağacını kestirecekti biri, dalları evin temelini zorluyordu. O incir ağacı kaldı ama…

Yaşar Amca bahçeyi tırmıklarken tırmığın sapı kırıldı, yenisi alınacaktı ertesi gün.

‘Çöpü çıkar’ dedi kocasına yeni gelin. Torbanın patladığını görmedi ikisi de. Evden merdivenlerin sonuna kadar damladı çöpün suyu.

Küçük oğlan karateye yazılmak istiyordu, “Ulan hergele, derslerini de düşünsen bir gün” diye hayıflanarak uyudu babası.

Üniversite öğrencisi kızlarını okuduğu şehre uğurlayacaktı anne babası, o gece tatilin son uykusunu birlikte uyumanın burukluğundaydılar. Kızın aklında okul arkadaşları ve yarın yolda giyeceği kotun kuruyup kurumayacağı…

Sevim Hanım o gece, ‘ertesi gün ütü yapmak gerek’ dedi kendi kendine, ütüyü de hiç sevmezdi ama…

Komodinin arkasına gözlüğü düştü Rıza Bey’in, üşendi almaya, sabaha bıraktı.

İclal Abla’nın evinde bir lavabo su akıtıyordu içten içten, yatak odası banyoya uzaktı, kimse farkına varmadı.

‘Açık bırakmayın şu ışıkları’ derdi Kemal Ağabey ev halkına, çok kızardı unutulan ışıklara. O gece ortanca kız, tuvaletin ışığını açık bıraktı.

Limon, portakal ve bergamot çiçekleri patlamak için ısınmasını bekliyorlardı havanın.

Soğuktu ama çok soğuktu.

Bir bina yapıcı, paraları saydı uyurken.

Bir yasa çıkarıcı sırtını kaşıdı.

Bir hesabın paraları o gece çoğaldı.

Pahalı bir arabanın hesabı yapıldı.

Sardunyayı, tırmığı, yanık kalan ışıkları, damlayan suyu, patlayan çöp torbasını, eve yürüyen ağacı, patlamayı bekleyen narenciye çiçeklerini kimse düşünmedi o gece. Onlar düşünmeyi bırakalı çok zaman olmuştu.

Bezelye prensesin hikayesini bilir misiniz?

Ülkenin birinde bir kral ve kraliçe oğullarına, asaletlerine uygun bir prenses arayışındalarmış. Prens, dünyaları gezmiş ama prensesini bulamamış. Fırtınalı bir gece evine dönmüş; yorgun ve umutsuz. Tam o sırada kapı çalmış ve üstü başı kir içinde, fırtına yorgunu bir kız içeri girmiş. Kız, fırtınada yolunu kaybeden bir prenses olduğunu söylemiş. Ama görünüşü hiç de prenses gibi değilmiş. Kral ve kraliçe ona pek inanmamış ama prens onu görür görmez âşık olmuş. Bunu fark eden kraliçe gizlice gidip bu kızcağız için hazırlanan odaya girmiş. Yardımcılarına 20 döşek ve yirmi tane de kaz tüyünden yapılmış yorganı üst üste koymalarını söylemiş.

Yatak hazır olunca da en altına bir tane bezelye tanesi koymuş. Odadan çıkınca genç kadının yanına gidip odasının hazır olduğunu, istediği zaman uyuyabileceğini söylemiş.

Ertesi sabah, kahvaltı sofrasında kraliçe prensese gece rahat uyuyup uyumadığını sorunca, prenses şu yanıtı vermiş. “Hiç uyuyamadım. Çünkü yatağın altında sırtıma batan yuvarlak bir şey vardı ve bu, beni bütün gece rahatsız etti.”

Kraliçe o an onun gerçek bir prenses olduğunu anlamış.

İki genç evlenmiş ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar. Bu öykü de peri masalları tarihine ‘Bezelye tanesi ve Prenses’ olarak geçmiş.

Bir nohut tanesi yüzünden 2 aydır rahat uyumuyorum.

Sanki yatağımın altında bir nohut tanesi var ve şişiyor, şişiyor.

Benim nohutum mu o yoksa Semra Teyze’ninki mi?

Ne sardunya dalımın köklenmesi heyecanındayım ne de üst bahçedeki incirin arsız köklerinden korkuyorum.

O küçük nohut tanesi uyutmuyor beni.

Dert oldu bana.

Tıpkı bana dert olduğu gibi, dert olsun yapıcılara, sayıcılara, kaçırıcılara ve hesaplayıcılara da…

Neslihan Muradoğlu

 

Önceki İçerikBenden Her Yerde…
Sonraki İçerikBüyümede Duraklama ve Boy Kısalığına Dikkat!