Bu yazıyı sana yazıyorum.
Evet, sadece sana.
Seninle benim aramda bir tılsım bu. Sen nasıl yorumlarsan öyle…
Bunaldın mı sen de bu koşuşturmanın içinde?
Biraz beklemek biraz durulmak istiyor mu aklın, ruhun?
Samimiyetin kirlendiğini hissettiğin oluyor mu? İç sesini hiç duyamadığın anlar?
Yanındakilerin seni saramadığı zamanların var mı?
Gerçekleşmesini istediğin ama bir o kadar da korktuğun şeyler?
Sahi ruhunu sıkmıyor mu bu şehrin kalabalıkları?
Anlaşılmaz, anlamaz kalabalıkları.
O zaman hadi sıyrıl bu olan bitenden bir süre.
Ve de ki “kusura bakmasın dünler kusura bakmasın şimdiler” kusura bakmayın biraz bekleme zamanı. İçine dönüp birikenleri atmak zamanı…
Bugün, şu dakika bizi sıkan yoran bunaltan ne varsa bırakıyoruz seninle.
Dedim ya aramızdaki tılsım bu. Ama bu tılsımı sana sonunda açıklayacağım. Ruhuna neyin değeceğini bileceksin o zaman.
Evet, ne demiştik, bekleme zamanı.
Biraz durulmalı. İçine dönmeli.
Etrafı silerek değil tabii.
Ruhunu şifalandırmak olsun ismi.
Bazen sessiz sakin bir köşeye çekilip kendini o ana bırakmak kadar güzeli yoktur.
O zaman insan kendi iç sesini daha iyi duyuverir. Ne istediğini daha net görebilir.
Bizim en büyük sorunumuz bu kargaşanın içinde bir yerlere çarparak, savrularak hayatımızla ilgili kararlar almaya çalışmak.
Kararlar alıyoruz sandık değil mi? Hayır biz o kararlara maruz kalıyoruz çoğu zaman. Çünkü içimizi duymadan yaptığımız her şey bizi bir şeylere mecbur kılıyor. Hepimize genel bir isim versek “mecburiyetçi” olurdu herhalde.
İşte bu yüzden tüm mecburiyetlere bir dur diyerek “Biraz çıplak ayak, biraz arsızca gezinmek, biraz sorumsuz kollar düşük yanına, belki denizi dinlemek sağırcasına, hiç duymadığın konuşmaları dinlemek” moduna geçmek gerek.
Şimdi neredeysen yaptığın işi bırak.
Kendine rahat bir köşe seç, sevdiğin bir koku duy.
Sevdiğin bir içecek koy.
Çünkü sana tılsımı açıklayacağım.
Bu yazıya sebep olan tılsımlı sesi, sözleri…
Evet önce dediklerimi yap.
Yaptıysan hemen “Birsen Tezer / Kusura Bakma”yı aç.
Bu seninle aramızda bir sır.
Bir ilaç.