Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizin değildirler,
Onlar kendini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdırlar.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler.
Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla.
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Onların vücutlarını çatabilirsiniz ama canlarını asla.
Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur
ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz.
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz
ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç.
Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.
Sizler, evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız.
Yayı geren, sonsuza açılan yolda kendine hedef edinmiştir
ve oklarını en uzağa eriştirebilmek için Kendi gücüyle sizleri gerer.
Yayı gerenin elinde seve seve bükülün.
Çünkü oku atan O güç, uzaklaşan okları sevdiği kadar elindeki sağlam yayı da sever.
Halil Cibran’ın Ermiş kitabından bu satırlar…
Bu satırları ilk ne zaman okudum, hatırlamıyorum. Çocukluğumun kaçıncı yaşındaydım? Neden bu kadar etkilendim? Anne olmuş muydum?
Çocuklarımız için çok emek veriyor, fedakarlık yaptığımızı düşünüyoruz. Uzun yıllar süren bir süreç ve çoğu zaman kendimizde ne çok yanlış buluyoruz.
Haydi bazı kavramları sorgulayalım:
Ebeveyn olmak,
Çocuklarımızdan sorumlu olmak,
Emek vermek,
Fedakarlık yapmak.
Çocuklarımız için ne istiyoruz?
Çocuklarımız nasıl olsun istiyoruz?
Bizi örnek mi alsınlar?
Bize mi benzesinler?
Her sözümüzü dinlesinler mi?
Kendi fikirlerini bizimle paylaşsınlar mı?
Kendileri olsunlar ve güvenle kanatlanıp uçsunlar mı?
Sorular cevaplardır. Yaşasın sorular!
Cevaplar verdiniz mi?
Yukarıdaki satırları haydi bir daha okuyalım…
Bir daha…
Yasemin Sungur