Pek çok ebeveyn için çocuklarına sorumluluk duygusu aşılamak önemli bir görevdir. Basit ev işlerinin yapılmasından kardeşlerin bakımına yardımcı olmaya dek çeşitli yöntemler aileler tarafından denenir. Ancak tüm bu süreçte kolayca göz ardı edilebilecek bir gerçek vardır: Sorumluluk aslında çocuğa bir anda empoze edilemez. Sorumluluk duygusunun gelişimi ancak çocuğun ‘içinde’ gerçekleşebilir. Bu duygu, çocuğun yaşadığı aile ve toplumun değerleriyle büyür, onlar tarafından yönlendirilir.
Toplumun değerlerini doğrudan öğretmek mümkün değildir. Bir değerin öğrenilmesindeki en temel gereklilik özdeşimdir. Çocuk sevdiği ve saygı duyduğu kişileri kendine model alır. Böylece bu kişilerin değerlerini benimsemeye başlar. Bunlar da zamanla çocuğun parçası haline gelirler. Tüm bu özdeşim sürecinden ulaşmamız gereken çıkarım aslında şudur: Çocukta eğer bir sorumluluk sorunu varsa, aslında bu durum ebeveynlerinin değerlerine göndermede bulunmaktadır. Şimdi, çocuklarda sorumluluk duygusu yaratmanın yollarını bu bilgiler ışığında değerlendirmeliyiz.
Anne babaların tutumları, değerleri ve becerileri çocuktaki sorumluluk duygusunun temelleridir. Sorumluluğu yerleştirmede önkoşul, daha önce de değindiğimiz gibi çocuğun model alacağı değerlere sahip ebeveynler olmaktır. Bunun ardından tutumlarımız çocuğun kendi duygularını hissetmesine izin verecek şekilde olmalıdır. Becerilerimiz ise duygularıyla başa çıkmanın yollarını çocuğumuza öğretebilecek yetkinlikte olmamız anlamına gelir. Tutum ve becerilerin bu şekilde bir araya gelmesi sanılandan da zordur aslında. Ebeveynler genelde farkında olmadan karmaşık duygularla karşılaşan çocuklarının, bu duyguları reddetmelerine, inkârlarına neden olmuşlar ya da onları yasaklama yoluna gitmişlerdir.
Kendi çocukluğumuzu düşünecek olursak, kaçımız kardeşimizden nefret ettiğimizi söylediğimizde ayıplanmayla karşılanmışızdır kim bilir… Ya nefret kelimesini bir daha ağzımıza almamız yasaklanmıştır, ya kınanmışızdır… Belki de, ‘Aaa, aslında sen kardeşini çok seversin’ sözleriyle inkâra zorlanmışızdır. Burada sorulması gereken soru aslında şudur: Tüm bu tepkiler var olan duygumuzu sihirli bir şekilde bir anda yok etmiş midir? Yoksa duygumuzdan utanıp kendimizi suçlu hissetmemize mi yol açmışlardır?
Duygularla ilgili çok basit bir gerçek vardır: İnkar edilemezler, ortadan kaldırılamazlar ve başka bir şeye dönüştürülemezler. Çocuğun güçlü duygularını inkar etmek, onun başa çıkma yollarını öğrenmekten mahrum kalması demektir ki bu mahrumiyet ilerde oluşmasını arzu ettiğimiz sorumluluk duygusuna en büyük darbeyi indirecektir.
Sorumlulukları konusunda çocuğuna savaş ilan eden ebeveynler, bu savaşın baştan kaybedilmeye mahkum olduğunu anlamalıdırlar. Çocukların yaşadıkları şeyleri öğrendikleri tartışılmaz bir gerçektir. Bu durumda sürekli eleştiri yaşayan çocuklar, ‘odanı toplamıyorsun, çok pis ve dağınıksın’ gibi yargılamalara maruz kaldıkları sürece kendilerini eleştirmeyi ve başkalarında kusurlar bulmayı öğrenirler. Oysa çocuğun gereksinim duyduğu şey, yargılanmadan birine danışabilmektir.
Örneğin aldığı dondurmanın hepsini kendi tabağına koymaya çalışan A’nın annesinin onu şu şekilde azarlaması oldukça mümkündür. ‘Sen ne bencil şeysin, kardeşine bırakmayacak kadar açgözlüsün’. Aşağılanmaktan gururu incinen A’nın daha da hırçınlaşması kaçınılmaz bir sonuçtur. Oysa anne ‘Oğlum bu dondurmanın ikinizin arasında bölüştürülmesi gerek’ derse, A’nın ‘tamam o zaman’ demesi daha olasıdır. Bu şekilde yiyeceklerini kardeşi ile paylaşması gerektiği ona bir sorumluluk olarak da vurgulanır.
Ebeveyn olmanın zorlukları ve adeta incelik isteyen bir sanat olduğu tartışılmaz. Ailelerin doğru olduklarına inandıkları bazı bilgilerini gözden geçirmeleri, bu sanatın zorluğunu bir miktar azaltabilir. Unutmamalıyız ki çocuklarımız da bizler gibi duygulara sahip. Ancak bunları nasıl kabullenecekleri ve bunlarla nasıl başa çıkacakları onlara öğretilmedikçe, sorumluluk gibi duygular bir anda var olmayacak. Bizim değerlerimiz ve onlara karşı takındığımız tutum, çocuklarımızın da ne kadar sorumluluk taşıyacağının bir belirleyicisi olacak. Aslında atasözümüz durumu daha fazla yoruma gerek kalmadan özetliyor: ‘Ne ekersek onu biçeriz.’